YARIM YAMALAKLIK
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 23 Kasım 1991
Günlük hayatta, basında, televizyonda sık sık şu kelimeleri kullanırız. Devlet, siyaset, iktidar, enflasyon, konvertibilite ve benzeri terimler.
Bunların bir lügat (sözlük) manaları vardır, bir de istılah manaları. Tahsili olmayan işçi, çiftçi, esnaf gibi vatandaşların bu kelimelerle ilgili yeterli kültürü olmaması tabiîdir. Ama yüksek tahsil yapmış aydın geçinenlerimiz bu kavramlar, bu terimler hakkında ciddî ve yeterli bilgiye sahip olmalıdırlar.
Bu gibi bilgilerin edinileceği yer ortaöğrenim müesseseleridir. Liselerde doğru-dürüst edebiyat, tarih, sosyoloji, psikoloji, mantık, ahlak, metafizik, estetik okutulacak ki münevver namzedi gençler kavramların, terimlerin manalarını bilsinler.
Üniversite fakülteleri genellikle ihtisas (uzmanlık) öğretilen yerlerdir. Oralarda sistemli bir şekilde genel kültür verilmez.
Bizde liseler iflas etmiştir. Bitirme ve olgunluk (bakalorya) imtihanları kaldırılmış, sınıfta kalmak kaldırılmış, sosyal ve edebî muhtevâlı (içerik kelimesinden nefret ediyorum; iç erik, peki dış erik de var mı?) derslerin pabucu dama atılmış ve bu kurumlar birer boş diploma verme makinası haline getirilmiştir.
Peki yetişecek aydınlar, genel kültürü nereden alacaklardır? Hukuk devleti, hukukun üstünlüğü prensibi denildiği zaman beş satırla olsun bunların doğrudürüst manasını açık ve seçik surette nasıl bileceklerdir?
İstenseniz şöyle bir imtihan yapalım; Yüksek tahsilli, kendisini aydın bilen ve başkalarının da öyle bildiği on kişiye birer kâğıt kalem verelim ve şu kelimelerin terim manalarını beşer-onar satırla yazmalarını isteyelim: İktidar, devlet, siyaset, enflasyon. Eminim ki, çıkacak netice pek parlak olmayacaktır. Aydınlarımız bunlara ancak balıkçı, kayıkçı, yoğurtçu, zerzevatçı kültürü seviyesinde cevap verebileceklerdir.
Bir meseleyi tartıştığımız arkadaşımıza:
Maalesef bizde aydın yok, yarım yamalak aydın taslakları vardır. Mevcut düzen maarifin de üniversitelerin de kültür hayatının da sanatın da canına okumuştur.
Bizim bütün işlerimize üstünkörülük hâkim olmuştur. İstanbul’da nasıl kaldırım döşendiğini çoğumuz görmüşüzdür. Yere kum dökülür, canından bezmiş işçiler yere çömelir, kumları biraz düzlerler ve üzerine betondan yapılmış kaldırım taşlarını dizmeğe başlarlar. İş biter ve rezalet başlar. Zemin yamru yumrudur, taşların çoğu daha yapılırken kırılmıştır, yağmurda üzerine basılan kimi taşlardan her tarafa zifoslar fışkırır. Affedersiniz eşeklere bu işi verseniz bundan kötüsünü yapamazlar.
Bütün işler böyledir. Eğitim, bilgi kültür, sanat işlerimiz de…
Sözde aydınlarımız, idarecilerimiz genelde bütün işleri yalap şalap, üstünkörü, sathî (yüzeysel) eksik çözümlerle bitirmeğe bakarlar. Bizde istatistikler, anketler, raporlar, kararlar, tedbirler hep böyledir.
İznik gölünde çok balık üretmek için, dışarıdan etobur balık türü getirilip yetiştirilmiştir. Neticede göl elden gitmektedir. Çünkü etobur balıklar, yosunlar ve su altı otlarını yiyerek yaşayan türleri yok etmişler ve dengeyi bozmuşlardır.
Haşere ile mücadele edelim derken, rastgele kullanılan ilâçlardan çevre zehirlenmekte, haşereden bin kat büyük belâlar çıkmaktadır.
Türkiye iyi idare edilmemektedir.
Bütün işler berbattır. Küçük bir iki istisnâ vardır. Havayolları, PTT hizmetleri gibi. Bunu da mecburen yapıyorlar. Çünkü, tayyare uçuşunun şakası yoktur, üstünkörü işletilirse düşer. Buna rağmen havacılık tarihinin havada en büyük uçak kazasını THY yapmıştır. (Paris civarında Ermonsville’de bir uçağımızın düşerek üçyüz küsur yolcunun ölmesi).
PTT işlerinin de üstünkörülüğe tahammülü yoktur. Mektuplar, havaleler zamanında ve sistemli bir şekilde dağıtılmazsa sistem çöker.
Gazeteler yazıp durur: Ameliyat yapan doktorlar adamın karnında âletler, tamponlar unutmuşlardır. Bir şişeye çaylı su koyup idrar tahlili yapılsın diye laboratuvara vermişler, orası da bir güzelce tahlil edip utanmadan rapor vermiş, lökosit şu kadar, şeker bu kadar, albümin yok diye.
Bu memleketin halini, trafiğine bakıp anlamalı. Hani bir söz vardır, bana arkadaşını söyle senin kim olduğunu söyleyeyim diye, onun gibi bir şey. Bizdeki trafik değil kepazeliktir. Terbiyeli, görgülü bir sürücü kırmızı ışıkta durmuş bekliyor. Arkadaki hayvan bağırıyor: “Ulan trafik bomboş, geçsene be!” Caddelerde yayalara mahsus beyaz çizgili yerlerden, geçmek cambazlık işi oldu. Gözü dönmüş sürücüler yayaların üzerine İspanyol boğası gibi saldırıyorlar.
Mustafa Kemal’in başbakanlarından Dr. Refik Saydam “bu memlekette her şey A dan Z’ye kadar bozuktur” demişti. Bu bozukluk fazlalaşa fazlalaşa devam etmektedir.
Peki bu bozuk işleri kimler düzeltecektir. Bozuk adamlar mı? Güldürmeyin beni. Çivi çiviyi söker ama bozuk bozuğu düzeltemez.
Kurtulma talimatının birinci maddesi, kaliteli adam yetiştirmektir. En iyi yatırım insana yapılan yatırımdır.
Yarım yamalaklığa, üstünkörülüğe, yalap şalaplığa paydos demedikçe daha fazla batacağız.
Roma imparatoru Marcus Orelius ne güzel söylemiş: “Benim atımın ayaklarındaki nallardan birinin bir çivisi eksik olsa, bütün Roma İmparatorluğu bozuk demektir.“ Böyle kafada adamlar yetiştirmek gerek.
AFFETMEĞE HAKKINIZ YOK!
Hırsızlığa iki açıdan ceza verilir. Malı çalınan açısından, kamu açısından. Siz malınızı çalan hırsızı affedebilirsiniz ama âmmenin, devletin bunu affetmesi beklenemez. Çünkü, çalan, topluma da zarar vermiştir ve ileride de verecektir. Son on yılda Türkiye’de görülmemiş çapta büyük hırsızlıklar olmuştur. Hırsızlıklar, rüşvet almalar, suiistimaller, nüfuz ticaretleri, kredi yolsuzlukları, borsa dolandırıcılıkları ve daha neler neler.
Seçimlerden evvel bu mevzuda bangır bangır bağıranlara şimdi bir suskunluk puskunluk hâkim oldu. Eskiyi kapattık, maziyi sildik, şimdi kardeş kardeş geçineceğiz denilmeğe başlandı.
“Ey Nedim ey bülbül-i şeyda niçin hâmuşsun,
Sende evvel çok nevâlar, güftugûlar var idi.”
1980’den bu yana yapılan hırsızlıklar ve yolsuzluklarla devlet hâzinesi talan edilmiş, saçı bitmedik yetimlerin hakkı yenilmiş, sosyal bünye kokuşturulmuştur.
Sayın Demirel, siz başbakansınız, çok selahiyetleriniz, hayli gücünüz var amma bu yolsuzlukları affetmek, üzerlerine bir şal çekmek, nisyan sisleriyle gizlemek hakkına asla sahip değilsiniz.
Yapılanlar hırsızların, namussuzların, şerefsizlerin yanına kâr mı kalacak? Siz hesap sormasanız da kalmayacaktır. Bütün işler kudret elinde olan Cenab-ı Hak elbette bu suçların cezalarını dünyada ve âhirette verecektir.
Yapılmış olan kötülüklerin üzerine gidilmezse bu mülkün ve milletin üzerine tekrar kara bulutlar çökecek, huzursuzluklar daha artacak, uğursuzluklar çoğalacaktır.
Küçük âdi hırsızlar nasıl takip edilip yakalanıyor ve cezalandırılıyorsa büyük eşkiyanın da yakasına yapışılmalıdır.
Yağma edilen fonların hesabı sorulmayacak mıdır? Yağmacılar cezaya çarptırılmayacak mıdır?
Boğaz’da kendisine 8 milyar liraya villa alan genel müdürün yaptığı yanına kâr mı kalacaktır?
Kimse “sosyal barış ve kardeşlik havası için eskiyi unutmak gereklidir’, diyemez. Bu sosyal barış değil, uğrular ve uğursuzlar barışı olur.
Biz bu konuyu asla unutmayacağız. Zaman zaman yazarak tazeleyeceğiz.
25.11.1991