Pazartesi

Bugünkü büyük, köklü, derin, vahim buhranın asıl sebepleri üzerinde çok açık, çok cür’etkar, çok cesur bir yazı kaleme alsam, başıma bir sürü sıkıntı, dert ve zulüm gelecektir.

Türkiye’de hala birtakım tabular, yasaklar vardır. Halbuki memleketin, milletin, devletin kurtuluşu ve selamet bulması, bunların ilim, irfan, hikmet sınırları içinde tartışılmasına, müzakeresine bağlıdır.

Son derece ağır bir hastalık tablosu karşısındayız ve tabular yasaklar olduğu için marazın sebeplerini açıkça söyleyemiyoruz. Hastaya da yazık, doktora da yazık.

Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra, Rusya’da ve eski uydu devletlerde tabular yıkıldı, yasaklar kalktı ve aydınlar, medyacılar, üniversite mensupları, okur-yazarlar, entellektüeller korkusuzca kitap ve ilmi makale yazmaya başladı. Eski rejimler tenkit edildi, yapılan haksızlıklar dile getirildi, na-hak yere idam edilen, sürülen, zulme ve işkenceye maruz bırakılan şahıslar ve gruplar temize çıkartıldı.

Bir ara Polonya’da Katyn ormanında kurşuna dizilerek öldürülen on bin ile on beş bin arasındaki Polonyalı subay ve astsubayı Nazilerin katlettiği propagandası yapılıyordu. Sonra bu toplu cinayeti Sovyetler Birliği’nin, Stalin’in işlettiği anlaşıldı, itiraf edildi.

Stalin, Türkistanlı aydın ve aksiyon adamı Sultan Galiyev’i öldürtmüştü. Onun hatırası da aklandı.

Papa, aradan nice asır geçtikten sonra Haçlı seferleri dolayısıyla İslam dünyasından resmen af diledi; bu seferlerin haksız olduğunu açıkça beyan etti.

Dünya son çeyrek asır içinde gerçekten çok başka bir dünya olmuştur. Yüzbinlerce insanın canına okuyan katil Miloseviç’in tutuklanıp Belçika’ya gönderilmesi ve orada uluslararası bir mahkeme huzurunda insanlığa karşı suç işlemiş olmakla yargılanması ne kadar önemli bir tarihi hadisedir.

Hatasızlık Allah’a mahsustur. Peygamberler ismetle, yani günahtan korunmuş olmakla sıfatlıdır ama itikat kitapları, onlardan bile zelle sadır olabileceğini yazıyor.

Siyasi rejimlerin, ideolojilerin, kliklerin hataları olması çok tabiidir. Bütün medeni, ileri, hukuklu, akıllı milletler uzak ve yakın mazilerindeki hataları, yanlışları, kötülükleri tartışıyor, bu konuda özeleştiri yapıyor.

Bizde de yakın tarihimizde büyük ve vahim hatalar yapılmıştır. İstiklal mahkemeleri, karakuşi kararlarla beş bine yakın vatandaşı idam ettirmiştir. Bırakın beş bin kişiyi, sadece İskilipli Atıf Hoca’nın idamı bile çok vahim, çok üzücü, çok haksız bir hadisedir. Türkiye’nin bugünkü temsilcileri ve sorumluları bu gibi idamlar ile ilgili olarak milletten, tarihten af dilemekle; haksız yere asılanları aklamakla mükelleftir.

İstiklal Mahkemesi kararlarıyla asılan beş bin kişi dışında, yüz binlerce vatandaş yerlerinden yurtlarından sürülmüş, kimisi cezaevlerinde kan kusmuş, kimisi gurbette sefalet ile pençeleşmiştir.

Dindar bir vatandaş olarak sadece Müslümanlara yapılan zulmü kınamakla kalmıyor, Sabataycı maliye nazırı Cavit beyin asılmasını da tel’in ediyorum.

Eskisi kadar şiddetli olmasa da kıyımlar ve haksızlıklar devam etmektedir. Ülkemizde her gün insan hakları ihlalleri olmaktadır. Dindar dinsiz, sağcı solcu, şucu bucu vatandaşlar, aydınlar, entelektüeller fikirlerinden, inançlarından, görüşlerinden, makale ve kitaplarından dolayı sıkıntı çekmektedir.

Bir siyasi sistemin, bir siyasi iktidarın meşru olabilmesi için adil olması gerekir. Bazı durumlarda hürriyet kısıtlanabilir ama adalet kesinlikle kısıtlanamaz.

Vatandaşların dinleri, inançları, fikirleri, görüşleri adil kanunlarla çizilmiş sınırlar içinde kutsaldır, dokunulmazdır. Hiçbir gücün vatandaşa, millete “Sen şu kadar inanabilirsin, şu kadar düşünebilirsin” demeye hakkı ve selahiyeti yoktur.

Türkiye halkı ezici ekseriyet itibarıyla Müslümandır. Türkiyeli Müslümanlar en az Amerika’da, İngiltere’de, Almanya’da, İsviçre’de, Avustralya’da yaşayan Müslümanlar kadar hür, korkusuz, serbest olmak hakkına sahiptir.

Müslümanların inançları, ibadetleri, tesettürleri, kılık kıyafetleri, kültürleri, kimlikleri dokunulmazdır. Hiçbir ideolojinin, rejimin, siyasi iktidarın, derin devletin, kliğin, azınlığın Müslüman çoğunluğun din ve inanç hürriyetini, inancına göre yaşamak hakkını kısıtlamaya hakkı yoktur.

İslam bu milletin kimliğinin birinci temel faktörüdür. Müslümanlar bu ülkenin ezici çoğunluğudur. Binaenaleyh İslam ve Müslümanlar Türkiye için asla bir tehdit ve tehlike değildir.

Din ve siyasi rejim arasındaki zıtlaşma, kavga sun’idir (yapaydır).

Hiçbir sinsi, gizli, esrarlı azınlığın çoğunluğa tahakküme hakkı yoktur.

Çeşitlilikler ülke bütünlüğü için bir tehlike değil, tam aksine bir zenginlik kaynağıdır. İngiltere’de Galler ülkesi, İskoçya birer çeşitliliktir.

Miadı dolmuş bir resmi ideolojinin yaşatılması uğrunda genç nesillerin beyinlerinin yıkanmasının ne bu devlete, ne bu ülkeye, ne de bu halka bir yararı vardır.

Aklı başında her vatandaş devletini sever ve korur. Ancak devlet ile siyasi rejimi, resmi ideolojiyi özdeşleştirmek çok vahim ve çok tehlikeli bir hatadır. Devlet korunmalı, siyasi sistem ise, şayet eskimişse ve işe yaramıyorsa, zararlı oluyorsa, yerine iyisini koymak şartıyla değiştirilmelidir.

Devletin de, Meclis’in de, milli iradenin de, siyasi iktidarın da üzerinde sadece adil hukuk olmalıdır.

İnsanların parmak izleri, kan grupları, genleri, kromozomları nasıl değiştirilemezse; kimlikleri, karakterleri, kişilikleri de değiştirilemez. Hiçbir siyasi iktidarın, ideolojinin Türkiye halkının kimliğini değiştirmek için birtakım zorlamalara, tecrübelere girişmeye hakkı yoktur.

Medeni dünyaya bakınız. Hangi medeni ülkede din ile siyasi iktidar arasında bitmez tükenmez bir kavga ve çekişme vardır? Hangi medeni ülkede vatandaşlar dinlerinden, inançlarından, görüşlerinden, fikirlerinden, inandıkları gibi yaşamak istediklerinden dolayı rahatsız edilmektedir?

Evet tabular, yasaklar kaldırılmalı; aydınlar, entellektüeller, akademisyenler ülkenin durumunu, krizin sebeplerini korkusuzca ve rahatça tartışabilmelidir. 31 Temmuz 2001 Sal