Yatay ve Dikey Çözüm
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Ocak 2019
Çarşamba
Konuya biraz açıklık getireyim: Toplum bozulur, fitne fesat çoğalır, kokuşma dayanılmaz hale gelir, çürüme ve çözülme başlar… Bu durum karşısında o toplumun içerisindeki sağ duyu sahipleri, akıllı ve vicdanlı kişiler, islah (iyileştirme ve düzeltme) etmek üzere harekete geçerler. Kötülükleri tenkit ederler. Doğru yolu gösterirler, propaganda yaparlar. Ellerinden geldiği, güçlerinin yettiği kadar iyi fikirleri, yasal sınırlar içinde hayata uygulamaya çalışırlar, yani eylem yaparlar.
Bu anlattıklarım yatay islah ve iyileştirmedir. Bu yapılmazsa bozukluk ve azgınlık arttıkça artar. Sapıklıklar korkunç boyutlara ulaşır, haklar çiğnenir, haram yeme genel ve yaygın hale gelir, fesat doruğa çıkar. İşte o zaman ansızın, hiç beklenmedik bir zamanda o kuduz toplumun üzerine ilahî azab iner. Dikey çözüm işte budur.
Bazıları ülkedeki bir kesimin zenginliğinin, refahının, lüksünün, israfının işlerin iyiye gittiğinin göstergesi olduğunu sanıyor. Kutsal kitap öyle demiyor. Şu anda yanımda meâl yok, âyet ismi ve sûre numarası veremiyorum, şu meâlde bir âyet var.
Allah’a isyan eden, azgınlık yapan, sapık bir toplum için “… sonra bolluk kapılarını onlara sonuna kadar açtık…” buyuruluyor. Sapıkların azgınlığı büsbütün artıyor. Elmalılı Hamdi Efendi’de okumuştum, onların bu halini
diye anlatıyordu. Sonunda Allah’ın azabı bu fásık, bu fâcir, bu isyankâr toplumun üzerine ansızın iniveriyor. Âyet numarası vererek bu konuda 1970’li yıllarda “Büyük Gazete”de bir yazı kaleme almıştım; onu bu sütunlarda, arayıp bulduktan sonra tekrar yayınlamayı düşünüyorum.
Pompei’de de böyle olmuştu. Milattan sonra 79 yılında sıcak bir ağustos günü şehir her zamanki hayatını yaşıyor. Zenginler, güçlüler, varlıklı kesim gel keyfim gel zevk u sefa içinde, köleler kan-ter içinde çalışıyor, tapınaklarda mermerden ve tunçtan putlar korkunç korkunç bakıyor.
Ansızın gök gürültüsünden bin misli şiddetli bir tarraka kopuyor. Şehrin civarındaki Vezüv yanardağı patlıyor, gök kısa zamanda dumanlar ve kül bulutlarıyla kaplanıyor. İçinde insan başı büyüklüğünde taşların da bulunduğu kızgın ateşler iniyor şehrin üzerine, lavlar seller gibi akmaya başlıyor. Azab zenginin de fakirin de üzerine toptan iniyor, Pompei haritadan siliniyor;
Tarihi okuyunuz, kutsal kitaplara bakınız böyle azaba uğramış şehirlerin, ülkelerin kıssalarını okursunuz. Bir toplumda azgınlık, sapıklık, kuduzluk artınca, oradaki zenginlik, refah, lüks ve konfor son derece aldatıcıdır. Gafiller bunlara aldanır, gafletleri ve isyanları bir kat daha artar. Sonra ansızın azab üzerlerine iniverir. Bu, bazen Vezüv’ün patlaması gibi kızgın küllerle, zehirli gazlarla, gökten yağan taşlarla, kül bulutlarıyla ve lav selleriyle tezahür eder
Azab, zâlimleri, sapıkları ve kâfirleri ansızın ellerinde kadehler olduğu halde yakalar. Kimisi fuhuş ve zina esnasında tutulur, kimisi haram paraları sayarken…
Kur’ân bize, “Öyle bir musibetten korkunuz ki, o sadece kötü olanlarınızın üzerlerine inmez” ihtarını yapıyor. İyilerin vazifesi nehy-i münker yapmaktır, yani ellerinden geldiği, güçlerinin yettiği kadar kötülüklerle mücadele etmeleri gerekir. Bunu yapmazlarsa sorumlu ve suçlu olurlar.
Dualı ülke ne demektir biliyor musunuz? Peygamber bizim için dua etmiş, ashab bize dua etmiş, sayısız evliya ve sülehanın duaları bizi gölgeliyor.
Biz Allah’a bir adım yürürsek, O’nun yardımı, tevfiki, inayeti bize on adım yaklaşacak. Biz Allah’a yürüyerek gidersek, O’nun rahmeti ve nusreti bize koşarak gelecek… Lakin bir adım atmak ve yürümek gerekiyor. Biz bunu yapmazsak, vakt-i merhunu gelince işimiz çok zor olur.
Vazifeli melekler kader kirişlerini germişler, kaza oklarını hedefe atmak için emir bekliyorlar.
Feryat ve figan kopartarak, göz yaşları içinde tövbe etmemiz gerekiyor. Azgınlıkların her çeşidinden uzaklaşmamız gerekiyor. Allah bizi “mâruf ile emreden ve münkerden alıkoyan” hayırlı bir ümmet olarak vasıflandırıyor. Mutlaka bu farzı yerine getirmemiz gerekiyor. Önce, en zâlim olan nefsimizle, sonra yer yüzünü fesada veren zâlimlerle en güzel şekilde mücadele etmemiz gerek.
Yetimler ağlıyor, onların gözyaşlarını silmemiz, onları gülümser hale getirmemiz gerek. İhtiyaç ve sefalet içindeki fakirler kıvranıyor, onların yardımına koşmamız gerek. İrtidat yangınları vatan sathını kasıp kavuruyor. O yangını söndürmemiz, insanların ve gençliğin imanını kurtarmak için çalışmamız gerekiyor. Halkı bir yandan müjdeleyerek, bir yandan korkutarak uyarmamız gerek. Ortalığı deccallar ve kezzablar istila etti, onların foyalarını ortaya çıkarmamız, koymamız gerek.
Nerede bir kötülük varsa onu ortadan kaldırmak için çalışmakla mükellefiz. Kötülük yer yüzünden tamamıyla kalkmaz, biz elimizden geldiği kadar kötülükle mücadele etmek zorundayız. Bunu yapmazsak cezaya layık oluruz. Ey rahatlık, konfor, lüks mübtelâları!… Ey, kendilerini sofu ve dindar sanan ve kötülüklerle savaşmayanlar. Bu gel keyfim gel, kekâh hayatınız ebediyen devam eder mi sanıyorsunuz?
Bütün bunlar kuruntulardan, oyalanmalardan, oyuncaklardan, aldatıcı şeylerden ibarettir. Hayatlarını bunların uğrunda harcayanlar korkunç zararlar göreceklerdir.
Din elden gidiyor, iman elden gidiyor, sapıklık almış yürümüş, haksızlık ve zulüm haddini aşmış ve sonra birtakım dindarlar keyf içinde yaşıyorlar ve kendilerini iyi Müslüman sanıyorlar. Bunları kim uyaracak. Şâir asırlar önce:
demiş. Bugünkü şaşırmış toplumun böyle şâirleri yok. Her doğan gün bize yeni bir ihtardır. Kulaklarımız tıkalı duymuyoruz, münâdiler bize
diye haber veriyorlar, duymuyoruz. Hayatın hengâmesi içinde tarih okuduğumuz yok ki, eski kavimlerin nasıl helâk olduklarını öğrenelim. Nicemiz Kur’ân okuyor, Kur’ân hançerelerinden aşağıya inip kalplerine girmiyor. Milyonlarcamız namazı bırakmış, şehvetlerine uymuş. Para ve madde sevgisi vicdanlarımızı körletmiş.
“Fısk ve fücur yapanları hal’ eder, onları terk ederiz…” dediğimizin farkında mıyız? Milyonlarcamız din işlerine, âhiret işlerine cep telefonlarına verdiği değer kadar değer vermiyor. Onları kim uyaracak? Korkuyorum… Bir şey yapamıyorum… 02 Şubat 2006