PerşembeTürkiye’nin önünde iki yol var. Birincisi yatay yoldur; kısaca anlatayım: Ülkenin bütün namuslu, vatansever, iyiniyetli, ciddî politikacıları, aydınları, entelektüelleri, sorumluları, okur-yazarları gereken büyük değişimleri gerçekleştirmek, bozuk sistemin ve düzenin yerine daha uygununu koymak, pislikleri temizlemek üzere birleşirler ve memleketi, milleti, devleti düze çıkartırlar. Ordu, medya, güçlü lobiler, baskı grupları uzlaşmayı, değişimi gerçekleştirmek için işe yarar çare ve çözümler bulup onları hayata geçirmekten yana olurlar. Türkiye’de, Franco’dan sonra İspanya’da olduğu gibi gerçek demokrasiye, temel insan haklarına saygı ve riayete, hukukun üstünlüğü prensibini hâkim kılmaya, ülkenin ve halkın millî kimliğini geliştirmeye ve korumaya yönelik bir seferberlik havası estirilir; resmî ideoloji kaldırılır, mahkemeler medenî Batı ülkelerinde olduğu gibi yüzde yüz bağımsızlaştırılır. Vatandaşlara dinî inanç ve uygulamalarından, fikirlerinden, vicdanî kanaatlerinden dolayı baskı ve zorlama yapılmaması için gereken bütün tedbirler alınır, güvenceler sağlanır. Korkunç boyutlara ulaşmış hırsızlık, talan, soygun, hortumlama, yağma, haram yiyicilik önlenir…

Yıllardan beri üzüntüyle müşahede ediyoruz ki, “Yatay kurtuluş ve ferahlık yolu” kapatılmaktadır. Statükocu zihniyet bir milimetre bile tâviz vermiyor. “Bu sistem öyle kalacaktır, birtakım ilke ve prensiplerde en ufak değişiklik yapılmayacaktır” diyor.

Üniversite okumuş nice sorumlu kişi birtakım kavram ve kurumları karmakarışık bir şekilde özdeşleştiriyor. Devlet, rejim, sistem, düzen, lâiklik, Atatürk ilke ve inkilâpları, çağdaşlık… Bunlar aşûre gibi karıştırılıp duruyor.

Evet bir ülkede sistem, resmî ideoloji, düzen yüzünden büyük bir kriz varsa ve bu kriz ülkenin, milletin, devletin varlığını, geleceğini tehdit ediyorsa, orada yapılacak en akıllıca iş rejim/sistem/düzen sahasında birtakım temel değişimler yapmaktır. Devleti korumak istiyorsanız, gerekirse sistemi feda etmeye hazır olmalısınız. Bizde iktidar sahiplerinde, sorumlularda öyle bir zihniyet yok.

Ülkeyi, halkı, devleti kurtarmak, korumak, yüceltmek için yatay yollar, çareler çözümler kapatılır, kösteklenirse devreye dikey güçler ve çözümler girer. Yatay yol beşerî iradenin, toplumsal barışın, millî uzlaşmanın, vatanseverliğin yoludur. Dikey yolda beşerî irade devre dışıdır. Din boyutuna sahip olmayan ateistler ne demek istediğimi anlamakta ve kavramakta zorlanabilirler. Dikey yollar hakkında bazı korkutucu, dehşet verici ihtimalleri sıralayayım:

(1) İstanbul’da takriben yüz yılda bir, büyük bir zelzele olmaktadır. Beşyüz yılda bir de dehşetli, korkunç, hayal edilmesi bile insanı çok korkutan bir zelzele meydana gelmektedir. Bu zelzele gelir, her şey târumar olur. Bir kısım insanlar, “Yatay çare ve çözümler aransa da zelzele gelecektir” diyebilirler. Gelir ama çok şiddetli olmayabilir. Yahut, memlekette iyi bir sistem kurulunca, hemen harekete geçirilir, çürük çarık binalar kuvvetlendirilir, depremin en az zararla atlatılması sağlanır.

(2) Yakın bir tarihten itibaren İstanbul Boğazı’ndan 300 bin tonluk dev tankerlerle Rus petrolu taşınmaya başlanacaktır. Boğaz’daki bir kaza İstanbul’u yakıp kül edebilir.

(3) Dikey felâketlerden biri de savaştır. Türkiye komşularından biri ile savaşa tutuşabilir mi demeyin. İran ile Irak’ın sekiz sene kan ve ateş içinde boğazlaşmaları akla sığacak bir şey miydi? O savaşı dış güçler kışkırttılar, iki tarafa yüz milyarlarca dolarlık silâh, cephane, malzeme sattılar. Sonunda iki ülke harap oldu, milyondan fazla insan canını kaybetti, daha bir sürü fâcia yaşandı.

(4) Bir zelzelede büyük barajlardan biri yıkılır ve ardındaki muazzam su, önüne gelen her şeyi silip süpürerek çılgın bir hızla, bir tufan gibi akmaya başlarsa ne olacak?

(5) Salgın hastalıklar, ihtilâller, iğtişaşlar, nifak ve şikak hareketleri… neler olmaz ki.

Bizim ülkemiz dualı bir ülkedir. Bu ülkenin altında, toprağında milyonlarca salih Müslüman, namuslu erkekler, iffetli kadınlar, ulema, meşâyih, müceba, büdela, gavslar, kutuplar yatıyor. Tasavvuf erbabı bilir, büyüklerin bazılarının tasarrufları devam etmektedir. 17 Ağustos 1999 büyük zelzelesinde Yüce Allah İstanbul’u korumuştur. O gece gören gözler neler neler gördüler.

Allah bize mühlet verip duruyor. Lâkin yıllardan beri toparlanmıyoruz. Müslümanlar bu ülkenin, bu milletin, bu devletin iyiliği için nice işler yapabilirler. Lâkin yapmıyorlar.

İslâmî kesimde iki büyük felâket var:

Birtakım adamlar kuduz bir ihtirasla para ve dünya serveti toplamak için harekete geçmiştir. Bu mel’unlar yüce dinimizi âlet ediyor, vasıta kılıyor, din ve mukaddesat rantı yiyor.

Bir başka zümre de şan, şöhret, makam, mevki, riyaset için yanıp tutuşuyor. Yüreklerinde cehennem ateşi var!

Din ve mukeddesat rantı yiyen bu haşere yüzünden Müslümanlar ülkeyi, milleti, devleti kurtarmak için üstlerine düşen hizmetleri, faaliyetleri, teşebbüsleri yapamıyor.

İlim ve tasavvuf çok baltalandığı için Müslüman aydınların, okumuşların, halk yığınlarına ışık tutacak, rehberlik edecek, yol gösterecek hakikî âlimlerin, hakikî şeyhlerin sayısı da çok azalmıştır; 70 milyonluk ülkeye yetişmiyor.

Müslümanım diyen herkes elini vicdanına koysun ve şu sorunun cevabını versin: Biz Ehl-i İslâm, emri bil’mâruf ve nehyi ani’l-münker konusunda vazifelerimizi hakkıyla yapabiliyor muyuz? Maalesef yapamıyoruz. Öyleyse büyük felâketlere, âfetlere, gazaplara, azablara hazır olunuz.

Ülkeler gemiler gibi batmaz. Türkiye’ye bakınız, manzarayı bütünüyle görmeye çalışınız, işte şu anda bizde olduğu gibi batar.

İşlerden yüzde on komisyon alınan; beş yüz milyar liraya yapılacak işi bir trilyona yaptırılan; işi alan kimsenin bizzat yapmayıp 400 milyon havadan para kazandığı; ikinci kişinin işi bizzat yapıp onun da 200 milyon kazandığı bir sisteme siz ahlâkî ve islâmî diyebilir misiniz? Muhammed Aleyhisselâtü Vesselâm’ın bize Hak Teâlâ katından getirdiği yüce Din ve Şeriat öyle mi emrediyor? Bunlar sahte İslâmcılardır. Bunlar canavardır. Dinimizi, mukaddesatımızı âlet ediyorlar. Lânet olsun onlara!

Geleceğimiz beni korkutuyor. 29 Haziran 2001