Yazılı Talimatlar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 01 Şubat 2019
Salı
Eczahaneden bir ilaç alıyorsunuz, kutunun içinden prospektüs denilen bir kağıt çıkıyor; kullanımı, yan tesirleri, dozajı hakkında bilgi veriyor.
Elektrikli veya elektronik bir cihaz alıyorsunuz, yanında talimatnamesini de veriyorlar. Nasıl kullanılacak, nelere dikkat edilecek…
Hayatın her safhasında birtakım yazılı nizamlar görülüyor, bazısı halkın geneline hitap ediyor, bazısı işin sorumlularına. Yangın vukuunda binanın nasıl boşaltılacağı, en başta hangi eşyaların ve evrakın kurtarılacağı talimatnamelerde belirtiliyor. Fabrikaların, okulların, resmî müesseselerin, hastahanelerin, gemilerin, uçakların, trenlerin hep böyle yazılı nizamları var.
Müslümanların, mutlaka yazılı talimat ve bilgi alması gereken konularda ellerinde talimatname yok.
Mesela bu ülkede yetmiş binden fazla cami var ve bunların iç dekorasyonlarının nasıl olması gerektiğine dair bir talimatname mevcut değil. Camiye Yardım Derneği veya imam efendi kendi kafasına göre sarı, açık yeşil, açık mavi, pembe duvar boyaları, yağlı boyalar alıyor ve camiyi paşa canlarının istediği şekilde boyatıyor. Aydınlatma, hoparlör tesisatı kurmakta, kalorifer, klima vesair konularda da herkes kendi kafasına göre hareket ediyor. Sonunda camilerimiz çirkinleştiriliyor.
Herkes her konuda uzman değildir. Uzmanların halk için, bilhassa gençlik için talimatnameler, nizamnameler hazırlamaları gerekir.
İsrafı önlemek, halkın sağlığını korumak için “anti-tüketim kılavuzu” adıyla bir broşür hazırlanmalıdır. Öyle uzun lâflara, nazariyata, felsefeye, karmakarışık fikir ve görüşlere yer verilmeyecektir. Kanun maddesi gibi, kısa kısa, gayet özlü, açık ve seçik yazılacaktır. Yeme içme, giyim kuşam, gezip tozma gibi konularda en ucuza, en iyi alışveriş nasıl yapılabilir?.. Diyelim ki, elbise, palto, gömlek, ayakkabı alacaksınız; bunları nerelerden, nasıl almalısınız? Bu konuda size şahsî bir örnek vermek istiyorum. Çok sevdiğim lama tüyünden dokunmuş emektar paltom hayli eskidi ve artık giyilemeyecek hale geldi. Ben de gittim, bir yenisini aldım. Geçenlerde Cemal Reşit Rey salonunda tasavvufî ilahiler konseri verilmişti, sema ayini yapılmıştı. Çıkışta dostlarımdan biri bu paltoyu kaça aldınız dedi, “doksan milyon liraya aldım” cevabını verdim. Güldü, “Ben geçenlerde İtalya’ya gitmiştim, bunun aynısının indirimli fiyatı orada 800 Euro dedi…” Bendeniz alışveriş konusunda anti-tüketim zihniyetine sahibim…
Bir toplumun en acınacak insanları lüks ve gösteriş düşkünleridir. Heriflerin veya karıların ilim, irfan, edep, terbiye, görgü, nezaket, kibarlık, ruh asaleti konusunda hiçbir şeyleri yok; lüks meskenlerle, lüks otomobillerle, lüks markalı elbiselerle, ayakkabılarla kendilerine üstünlük sağlamaya çalışıyorlar. Lüks lokantalara gidiyorlar, lüks yemekler yiyorlar… Lüks türediler, lüks kravatlarının rüzgârda ters dönmesinden çok hoşlanırlar… Kimse üzerine almasın ve darılmasın ama, bunlar pislik heriflerdir. Ziya Paşa böyleleri için “Zerduz palan ursan, eşek yine eşektir” diyor.
Ayranı yok içmeye, atla gider yestehlemeye… Türkiye gibi siyaseti, iktisadiyatı, maliyesi çökmüş bir ülkede bu kadar lüks, bu kadar israf, bu kadar gösteriş olması ne büyük bir utançtır.
Her aile güzel bir meskene sahip olmak istiyor. Bizim yeni meskenlerimizin en geniş ve gösterişli kısmı salonlarıdır. Bu salonlara halılar, koltuklar, kanepeler, büfeler, vitrinler, sehpalar, avizeler dolduruluyor, bu konuda dehşetli masraflar yapılıyor. Borçlanılıyor, yük altına giriliyor… Bütün bunlar ne içindir? Gösteriş için. Gösteriş nedir? Ahlâksızlıktır. Faziletli, vicdanlı (ruh bakımından) asaletli, sağduyulu bir toplum gösteriş için, bu kadar masraf yapar mı? Allah böylelerini şu şekilde cezalandırıyor: Dünyanın masrafını yaparak döşedikleri salonlarında sere serpe, ferih fahur, rahatça oturamıyorlar. Evin yüzölçümünün yüzde kırkını salon teşkil ediyor, orası boş tutuluyor, bizim salaklar evin diğer kısmında sığıntı gibi oturuyorlar. Cenâb-ı Hak kimseyi bu hallere düşürmesin… Neymiş, salon temiz dursunmuş, önümüzdeki perşembeye kabul günü olacakmış, gelen misafirler oturacakmış…
Hali vakti yerinde olup da, patates, makarna, bulgur pilavı, nohut, börülce, mercimek, şalgam pişiren kaldı mı? Bunlar ucuzmuş, şanlarına noksanlık gelirmiş… Sefiller!
Galatasaray’da öğrenciliğim sırasında Sorbon Üniversitesi mezunu Gürcan Kürkçiyan isminde bir biyoloji öğretmenimiz vardı. Şehir kültürüne sahip, efendiden bir kimseydi. Hiç unutmam bir keresinde bize şöyle demişti: “Çocuklar gıda bakımından yeşil mercimek etten hiç aşağı değildir, hattâ ondan daha faydalıdır…” Lüks hastası, gösteriş meraklısı zengin türediler mercimek pişirmekten hâyâ ederler. Neymiş ucuzmuş, fukara yemeğiymiş. Bunlar bu kafayla adam olabilirler mi?
Onaltı sayfalık bir broşüre kısa maddeler hakkında yüzlerce ahlâk ve görgü kuralı sığdırılabilir. Meselâ kabak çekirdeği yiyip kabuklarını sokağa veya parka atmanın medeniyetsizlik, cahillik, görgüsüzlük olduğu yazılacaktır. Geçen gün sokakta giyimi kuşamı yerinde, elli yaşlarında bir adam gördüm, şam fıstığı yiyor, kabuklarını yere atarak gidiyordu… Başka bir maganda otomobilindeki sigara izmaritlerini pencereden asfaltın üzerine döktü…
Halka sağlık konusunda da, yazılı metinler verilmelidir. Meselâ büyük şehirlerimizdeki, içleri kimyasal maddelerle dolu bembeyaz ekmekleri tüketenlerin, uzun vadeli bir intihar davranışı içinde oldukları kendilerine hatırlatılmalıdır. Belli bir yaştan sonra kalp, damar, dolaşım hastalıkları toplumumuzda yaygın bir şekilde görülüyor. Çok kötü beslenen bir halkımız var. Parası olanlar otuzundan sonra semirmeye başlıyorlar, hem sağlıkları gidiyor, hem de endamları bozuluyor. İsveç’te, Norveç’te böyle değil. Tabiî ki, herkes talimatlara uymaz, lâkin mutlaka talimatname olmalıdır. Uyan uyar, uymayan uymaz.
Halkımızın ezici çoğunluğu Müslümandır. Müslümanlara İslâm dininin ferdî (bireysel) ve toplumsal hayat kuralları anlatılmalıdır. Ülkemizde bedevîlik, göçebe zihniyeti, ilkellik, kabalık, görgüsüzlük her geçen gün yaygınlaşıyor. Bunlara karşı İslâm’ın kibarlık, zarâfet, nezâhet, mürüvvet, fütüvvet kuralları öğretilmelidir.
Ezan okunuyor, kendilerini dindar sananlar bitişikteki camiye gidip de farz namazı cemaatle topluca eda etmiyorlar.
Adam kendini dinibütün bir Müslüman zannediyor; komşularına, çevresine etmediği eza ve cefa yok.
Dindar bir aile çocuklarını berbat bir şekilde yetiştiriyor…
Kendini takvalı zannediyor, lisanıyla herkesin kalbini kırıyor, asık suratıyla nefret kazanıyor…
Düzinelerle konu ve sahada on altışar sayfalık talimatname broşürleri hazırlanmalı, bunların okunması ve anlaşılması çok kolay olmalı; bunlar milyonlarca nüsha basılmalı, her eve girmeli, ceplerde bulunmalı, milyonlarca vatandaş tarafından okunmalıdır.
Peki bu hizmetleri kimler yapacak? İşte asıl mesele burada. 21 Ocak 2004