Yazılı ve Edebî Türkçe
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Mart 2019
Pazartesi
Lisan ikiye ayrılır. Biri, günlük konuşma ve iletişim vasıtasıdır. Bizde şu anda iki üç yüz kelime ile konuşulan sokak ve pazar Türkçesini okuma yazma bilmeyenler bile kullanıyor ve meramlarını anlatıyor. Okumuş, aydın, yüksek tabakanın muhtaç olduğu Türkçe bu değildir.
İkincisi: Yazılı ve edebî Türkçedir. İdarecilerin, aydınların, seçkinlerin bunu bilmesi gerekir. Bu Türkçede, yirminci asrın başlarında iki yüz bine yakın kelime vardı. Çok zengin, öğrenilmesi biraz zor büyük bir kültür, sanat, medeniyet vasıtası idi.
Bizim konuştuğumuz Türkçe, Batı Türkçesidir, İstanbul Türkçesidir. Bu Türkçe en güzel şeklini, kemalini 20’li yıllarda bulmuştur. Sonra lisana devlet ve ideoloji eliyle müdahalelerde bulunulmuş, alfabe değiştirilmiş, onbinlerce Arapça ve Farsça asıllı kelime atılmış, yerlerine uyduruk kelimeler konulmuş, velhasıl büyük bir tahribat ve kargaşa meydana getirilmiştir. Sonunda Türkçe zayıflamış, eski zenginliğini yitirmiş, büyük ve güçlü bir edebiyat ve fikir dili olmaktan çıkmış, çoğu ilmî terimlerden ibaret olan 15-20 bin kelimelik fakir, zavallı, güçsüz bir dil haline getirilmiştir.
Bir ülkede lisanın siyasî, kültürel, sanatla ilgili, iktisadî ve endüstriyel durumla yakından ilgisi vardır. Lisan yoksa insan da yoktur. Bir kişi lisanı kadar insandır. Bir millet lisanı kadar yükselip güçlenebilir.
Yazılı ve edebî Türkçe en iyi şekilde nerede ve nasıl öğrenilebilir? Elbetteki liselerde. Bugün Türkiye’nin millî (aslında-kesinlikle millî değildir) eğitimi ve liseleri bu Türkçeyi genç nesillere öğretmemektedir. Kasıtlı olarak öğretmemektedir.
Diyelim ki, birtakım vatansever müteşebbisler özel bir lise açtılar ve burada öğrencilere mükemmel bir şekilde zengin, yazılı, edebî Türçeyi öğretmek istiyorlar. Rejim, onun millî eğitimi, resmî ideoloji böyle bir şeye asla izin vermez, liseyi kapattırır. Çünkü zengin, güçlü, edebî, yazılı Türkçeyi hakkıyla bilmek, gerçekten öğrenebilmek için mutlaka ve mutlaka, milletimizin bin yıl boyunca kullanmış olduğu Türk-İslâm yazısını öğrenmek gerekir. Bu yazının okullarda öğretilmesi ise suçtur, yasaktır.
İngiliz kolejlerinde okuyan gençler, bundan asırlarca önce yaşamış olan Shakespeare’in eserlerini kolayca okurlar, bu kıraatlerinden haz duyarlar, zevk alırlar. Lâkin Türkiyeli gençler, lise tahsili yapmış da olsalar Fuzulî’yi, Bakî’yi, Nedim’i, Şeyh Galib’i okuyamazlar, okuyabilseler bile onların Türkçesini anlayamazlar, dolayısıyla bu okumalarından bir zevk almazlar. Bırakın Fuzulî’yi okuyup anlamak, bizdeki lisezede gençler bundan yetmiş, seksen sene önce yazılmış Türkçe romanları bile anlayamıyor. Bu yüzdendir ki, birtakım yayıncılar bunları Türkçeden Türkçeye çevirtmek, yâni sadeleştirmek zorunda kalıyor.
Bir milletin edebî ve yazılı lisanı elden giderse, o milletin en zekî, en istidatlı, en feyyaz, en kabiliyetli çocukları bile harcanır gider. Bizde olduğu gibi.
Gazetelerimizin, televizyonlarımızın Türkçesi berbattır, feci derecede bozuk ve yetersizdir. Politikacılarımız, büyük bürokratlarımız, devlet adamlarımız, profesörlerimiz de doğru dürüst Türkçe konuşamıyor. İyi Türkçe konuşan birkaç nâdir istisnâ kuralı bozmaz. Türkçe elden gitmiştir. Edebî ve yazılı Türkçeden geçtim, konuşma Türkçesi bile, zekâ özürlüler lisanı seviyesine indirilmiştir. Halka bakınız, bazı köşeyazarlarına bakınız. Kelime hazineleri pek kıt olduğu için homurtu, böğürtü, inilti ve ünlemlerle ifade-i meram etmeye çalışıyorlar.
Birkaç kişi dışında lisan meselesi üzerinde duran fikir adamı, gazeteci görmüyorum. Lisansız hiçbir şey olmaz. Lisan elden gidince ne devlet kalır, ne millet. İnsan olmanın, millet olmanın, devlet olmanın temel şartıdır zengin, yazılı, edebî bir lisana sahip olmak.
Japonları Japon yapan, Japonya’ya bugünkü gücünü ve üstünlüğünü sağlayan birkaç faktörden biri Japon yazısı ve lisanıdır. Onlar vaktiyle kendi millî, geleneksel, tarihî ideografik yazılarını bırakıp da, kolay olsun diye Latin yazısını almış olsaydılar batar ve biterdiler.
Müslüman, milliyetçi, maziye bağlı, gelenekçi geçinip de lisana, Osmanlıcaya önem vermeyen, bin yıl kullanılmış olan eski (eskimez) yazıyı bilmeyen adamlara kızıyor ve acıyorum. Zengin Türkçeyi niçin öğrenmiyorlar. Akılları mı yetmiyor, şuurları mı?
Onların zihniyeti şudur: “Lisede veya üniversitede okuyan kızımın ihtida edip (doğru yolu bulup), başını örtüp, namaza başlamasındansa onun kötü yola düşmesini, fâhişe olmasını tercih ederim.”
Çok zengin, çok çağdaş bir adamın yanına büyük bir şaşkınlık ve üzüntü ile bir adamı girmiş. Ne diyeceğini bilemiyor, eğilip bükülüyor, kekeleyip duruyormuş. Ah beyefendi… nasıl söylesem… şey… mey… kızınız… işte… deyip dururken zengin zat kükremiş: Yahu ne söylemek istiyorsan söyle, kızıma ne oldu? Yoksa trafik kazasına mı uğradı, çabuk anlat!.. Adam alı alına, moru moruna, bütün cesaretini toplayarak:
– Efendim, kızınız randevu evinde basıldı. Çok acele etmemiz lazım, onu oradan kurtarmak için hemen harekete geçmeliyiz…
Kocaman ve kodaman herif rahatlamış, gülmüş ve:
– Ben de, aşırı telâşına bakarak kızımın başını örtüp namaza başladığını sanmıştım, demiş.
İşte bu zihniyet şimdi liselere el atmış bulunuyor. Dindar, inançlı, ahlâklı, faziletli olmasınlar da ne … olurlarsa olsunlar. Liselerde çocuk okutan Müslüman ailelerin dikkatli olmalarını tavsiye ediyorum. 05 Ekim 1999