Yedi Yaşında Kalp Krizi
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 24 Aralık 2018
Yedi yaşındaki minik kız okulda el kaldırmış, kara tahta önüne çıkmış, öğretmeninin rakamları ikişer ikişer (iki, dört, altı, sekiz…) say sorusunu cevaplandırmaya başlamış, 50’ye kadar saymış, birden yere yığılmış, okul müdürüne haber verilmiş, kızı kucağına almış hemen yakındaki sağlık ocağına götürmüş, yavrucağızın oraya varmadan ölmüş olduğu anlaşılmış. Ölüm sebebi kalp krizi imiş.
Bundan altmış yıl önce, en erken kalp krizi 48 yaşındaki bir insanda görüldü diye duymuştum. Zamanımızda yedi yaşına kadar düştü.
Toplum olarak hem beden, hem de ruh ve akıl sağlığı yönünden çok kötü bir durumda olduğumuzu kabul etmeliyiz.
Çocukluğumda Turyağ dışında margarin yoktu, onu da halk yemezdi. Yemekler kuyruk yağı ile yapılırdı. Pilav kuyruk yağı ile hattâ ev baklavası bile… Şimdiki kadar kalp hastalığı yoktu.
Altmış yetmiş sene önce verem yaygındı, sonra sıtma, bazı bölgelerde frengi. Ülkede kıtlık, fakirlik vardı, halkın büyük kısmı karnını iyi doyuramazdı. Zeytin ekmek yenirken, her lokmada bir zeytin katık edilmez, zeytinin yarısı yenir, ikinci yarısı diğer lokmaya bırakılırdı.
Türkiye zenginleşti. Her yere hastahane, sağlık ocağı, klinik yapıldı. Bir ordu kadar doktor ve sağlık personeli var. Adım başında bir eczane. Mübalağa etmiyorum, halkın yarısı hasta. Dev ilaç fabrikaları gece gündüz üretim yapıyor. Devlet bütçesinin büyük bir kısmı sağlık, tedavi, ilaç masraflarına gidiyor. Hastaneler, doktorlar, eczaneler aritmetik dizi ile artarken hastalar ve hastalıklar sanki geometrik dizi ile çoğalıyor.
Akıl ve ruh hastalıkları, diğer hastalıkların toplamı kadar…
Türkiye sağlık, tıp, tedavi, ilaç, iyi ve düzgün beslenme konusunda tam bir çıkmaz içinde.
Elimden gelse Jules Romains’in “Doktor Knock” adlı piyesini milyonlarca kişiye okuturum. Dünyaca meşhur bu edebî eserin sinema filmi de yapılmış, onu da halka seyrettirmek lazım.
Tıp elbette çok faydalı bir ilim. Lakin bazılarının kötüye kullandıkları bir ilim.
1930’larda Üsküdar’da Sultantepesi’nde Kazanlı Dr. Sıbgatullah bey yaşarmış. O zamanlar hasta vizite ücreti 50 kuruşmuş. Doktor hastanın evine giderse 1 lira… Dr. Sıbgatullah bey fakir bir hastaya çağrıldığında vizite ücreti almazmış.Yazdığı reçeteyi dürer büker hastanın yastığı altına koyarmış. O gittikten sonra reçeteyi açıp baktıklarında içinden ilaç parası çıkarmış…
Merhum üstad Profesör AhmetYüksel Özemre “Hasretini Çektiğim Üsküdar” adlı çok değerli kitabında Sıbgatullah beyin bu menkıbesini anlatır. Üsküdar’da böyle yapan, yani çağrıldığı fakir hastalara yazdığı reçetenin içine gizlice, fark ettirmeden ilaç parası koyan bir de Yahudi doktor varmış… Osmanlı Yahudisi…
1950’li yıllarda Sultantepesi’nde Sıbgatullah beyin harap konağının bir bölümünde rahmetli ebeveynimle oturmuştuk. Dr. vefat etmişti, eşi Naciye hanım sağdı.
Bizdeki tıp niçin dejenere oldu bilir misiniz? Zamanımızda Dr. Sıbgatullah beyler ya hiç kalmadığı, yahut ender-i nadirattan olduğu için.
Tıbbımız canavarlaşmıştır.
Gıda sanayimiz halkı hem besliyor, hem zehirliyor. Bundan birkaç yıl önce yiyeceklere ve içeceklere karıştırılan 299 çeşit kimyevî maddenin listesini bir broşür halinde bastırmıştım. Bu kadar kimya yutan bir toplum elbette sıhhatli olmaz. Ayakta durduğumuza şaşmalıyız.
İnsanların, bilhassa çocukların yüzlerine bakınız. Balmumu gibi bir renk…
Okullarda uyuşturucu kullanma yaşının 10’na düştüğü bir toplum sağlıklı olabilir mi?
Halka bol miktarda sağlıksız domuz, yaban domuzu, at, eşek eti yedirilen bir toplum.
Beyaz ekmeklere en az dört çeşit kimyevî madde karıştırılan bir toplum.
Buğdayın insanı ayakta tutan kepeğinin iyice ayırıldığı, milyonlarca halka ölü nişasta ve glüten yedirilen bir toplum.
Hastaları müşteri olarak gören bir tıp.
Bir ağır sanayi haline gelmiş ilaç endüstrisi.
Dünyada sezaryenle doğum yapılan yaptırılan birinci ülke haline gelmiş Türkiye.
Dünyaca ünlü kalp cerrahı Prof. Dr. Bülent Berkarda ne demiş?”Bizde yapılan kalp ameliyatlarının yüzde 95’i fuzulidir, lüzumsuzdur…”
Doktorluk, öğretmenlik, hakimlik, ziraat memurluğu gibi bir hizmet dalıdır. Köşeyi dönme yolu değil.
Daha çok hasta, daha çok hastahane, daha çok ilaç tüketimi…
Rahmetli Profesör AyhanSongar tıp ve doktorlar aleyhinde yazanlara haklı olarak kızardı. Bendeniz tıbba, doktorlara karşı değilim. Tıbbın istismar edilmesine (sömürülmesine) karşıyım ve yerden göğe kadar haklıyım.
Gerekmediğini bile bile hastayı ameliyat eden doktor bir canavardır.
Aynı ayarda daha ucuz, hattâ çok ucuz ilaç varken “kasıtlı olarak” en pahalısını yazan doktor tıp etiğini ayaklar altına almıştır.
Tıbbın birinci vazifesi halkı hastalıklara karşı korumaktır.Bunu yapmayan tıp, tıp değildir.
Yediklerimiz kimya dolu, hormon dolu… Halkın temel gıdası olan ekmekler kimya dolu… Bin çeşit meşrubat ve şekerleme kimya dolu… Hava, egzos gazı dolu…Televizyonlar ruh ve akıl sağlığını bozmak için seferber olmuşlar… Her yer, insan vücudunu alt üst eden elektro manyetik alanlarla dolu…Toplumu seks manyağı haline getirmişler…
Komplo momplo değil, Türkiye halkı bir soykırım ile karşı karşıyadır.
ZIR câhil bir karı türbeye gidiyor ve Tevhid dinine yakışmayan işler yapıyor. Bu yüzden Ehl-i Sünnet ve Cemaati suçlamak, hurafe ve sapıklıkla itham etmek adalete, insafa, vicdana, ahlâka yakışır mı?
Ehl-i Sünnet ve Cemaat Kitabullah, Sünnet-i Resulullah, icmâ-i ümmet üzerine kurulmuştur.
Ehl-i Sünnette hiçbir hurafe, sapıklık, aşırılık yoktur.
Ehl-i Sünnet Kur’ân yoludur.
Peygamberin (Salat ve selâm olsun O’na) yoludur.
Din konusunda hepsi de âdil olan Ashab-ı kiram efendilerimizin yoludur.
Tâbiîn yoludur.
Tebe-i Tâbiîn yoludur.
Yâni Selef-i Sâlihîn yoludur.
Eimme-i müctehidînin yoludur.
Yüz binlerce icazetli ulemânın, fukahanın, müfessirin ve muhaddisînin yoludur.
Cumhur-i ulemâ yoludur.
Onlar bu dinde hurafeye ve sapıklığa geçit vermemişlerdir.
Ehl-i Sünnet’in inanç mesele ve hükümlerinde iki imamı vardır: İmamı Eş’arî ve İmamı Mâturidî… Onlar Cenâb-ı Hakk’ı kemal sıfatlarla tavsif etmişler, noksan sıfatlardan tenzih etmişlerdir.
Ehl-i Sünnet Cadde-i Kübra’dır.
Ehl-i Sünneti müşrik ve kâfir ilan edenler dalâlet içindedir.
Mü’mini tekfir edenin kendisi kâfir olur.
Zayıf hadîs uydurma değildir. Bize ulaşmasında zaaf vardır. Tergib ve terhib konusunda zayıf hadîs zikr edilir.
Endülüs devlet-i islâmiyesi Sünnî idi. Onun yükseliş ve parlaklık devrinde dünyanın en medenî ülkesi, en medenî halkı oydu, onlardı.
Osmanlı devlet-i islamiyyesi Sünni idi. Yükseliş ve parlaklık devrinde dünyanın en adil, en güvenli, en müreffeh, en medeni ülkesi oydu.
Peygamberimizin “O ne iyi bir kumandandır, onun ordusu ne iyi bir ordudur” övgüsüne mazhar olan Fatih Sultan Muhammed Han Sünnî idi, itikatta Mâturidî idi, meşreben sûfi idi, Göynüklü Akşemseddin hazretleri onun şeyhi ve mürşid-i kâmili idi.
Kudüs’ü Haçlılardan istirdat eden (geri alan)Sultan Selahaddin Eyyubî Hazretleri Sünnî idi, itikaden Eş’arî idi, sûfî idi, velî idi.
Asıl sapıklar, asıl hurafeciler Ehl-i Sünneti şirk ve küfürle suçlayan, Evliyaullaha evliyauşşeytan diyen gulüvv erbabıdır.
Allah,Kur’ân’da, Şehidler için “Onlar ölülerdir” demeyiniz buyuruyor, “Onlar Rableri katında diridirler” diyor.
Fahr-i Kâinat Resul-i Ekrem aleyhissalatü vesselam Efendimizin derecesi, rütbesi, makamı şehidlerimiz üzerinde değil midir?Evet O, vefat ederek bu fânî dünyadan âhiret âlemine intikal etmiştir ama alem-i berzahta, Ümmetinin getirdiği salat ü selâmlar kendisine bildirilmektedir. Bu konuda nice sahih hadîs-i şerifler bulunmaktadır.
Bu hadîslere inanan Ehl-i Sünnet Müslümanlarını şirk ve küfür ile suçlamak asla caiz olamaz. Böyle bir suçlama azgınlıktır, cehalettir, gulüvvdür. 19 Ekim 2009