Perşembe

 

Yıl 1918, Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmış, Arap dünyasındaki vilayetlerini bu arada Yemen’i kaybetmiş… Yıl 2006, TürkHava Yolları Yemen Cumhuriyeti’nin başşehri Sana’a’ya muntazam seferlere başlıyor. İlk seferde Ulaştırma Bakanımız Binali Yıldırım, THYGenel Müdürü Doç. Dr. Temel Kotil, 25 milletvekilimiz, medya mensupları bulundu. Bendeniz de bu heyetin içindeydim. Kısa notlar hâlinde iki günlük seyahatte gördüklerimi, birtakım görüş ve düşüncelerimi muhterem okuyucularıma arz edeceğim.

Osmanlı İmparatorluğu parçalandıktan ve Hilafet kaldırıldıktan sonra Türkiye ile Yemen, Moğolistan ile Paraguay kadar birbirlerine yabancı, uzak, ilgisiz kaldılar. Bunun sebebi neydi?

Ortada henüz somut bir belge yok ama

Lozan’ın “Gizli Protokollerinde”

birtakım maddeler vardı. Haçlı ve emperyalist güçlere, taahhütlerde bulunulmuştu.

1. Türkiye, İslâm dünyasıyla ilgisini kesecek.

2. Türkiye, eski vilâyetleriyle ticarî, kültürel, turistik münasebetlerini asgariye indirecek.

3. Türkiye, Türk dünyasıyla ilgilenmeyecek.

4. Hilâfet kaldırılacak.

Ve saire ve saire… Türk Hava Yolları’nı, Yemen’e başlattığı muntazam (haftada iki kere) uçak seferleri için tebrik ediyorum. Çok hayırlı bir başlangıç olmuştur; çok da geç kalmış olduğumuz hususunun da üzerinde durmak gerek…

Osmanlı İmparatorluğu bir cihan devletiydi, bir barış (pax) sistemiydi. Bu devlete sömürgeci, işgalci, emperyalist demek hiçbir Müslümana yakışmaz ve şeref kazandırmaz. Arap dünyasındaki Mişel Eflâk, Anton Saade ve benzeri kişiler devlet-i ebed-müddetimiz için ne derlerse desinler; Müslüman Araplara böyle konuşmaları yakıştırmam.

İstanbul-Sana’a uçak yolculuğu dört saatten fazla sürüyor. Gece saat sekizden sonra kalktık, gece yarısından sonra Yemen başkentine indik.

Orada Mövenpick Oteli’ne yerleştik. Güzel bir mimarîsi olan, çok katlı, gayet lüks, uluslararası standartlarda bir otel…

Yemen’de ilk dikkatimi çeken özellik, sabah namazı ezanından önceki vakitte bütün minarelerden hoparlörlerle şehre Kur’ân tilâveti, kaside, va’z u nasihat dinletilmesiydi.

İki buçuk saatlik bir uykudan sonra kahvaltı ettik, otomobillerle Sana’a civarındaki

Vadi Hadar

tarihî şehrine gittik; etrafı yüksekliklerle çevrili bir yerdi. Eski evlerden müteşekkil, tarihî bir yerleşim bölgesi. Burada eski Yemen imamlarının bir kaya üzerine bina edilmiş köşkü veya sarayı bulunuyor. Görülmeye, gezilmeye değer bir yer; etrafta eski binalar, bağlar bahçeler var. Sarayın merdivenlerinden inerken gözüm aşağıda iki kubbeli, dört bacalı bir binaya takıldı, iplerde peştamallar kurutuluyordu.

“Burası nedir?”

diye sordum.

“Türk Hamamı”dır dediler.

Yemen’de eski Türk hamamları hâlâ çalışıyor.

Sarayın bahçesinde Yemen’de ikamet eden birkaç vatandaşımızla ayaküstü görüştük, bu ülkede Fethullah Efendi’nin açtırttığı üç kolejde çalışıyorlarmış.

“Ertesi sabah kahvaltıda buluşalım”
dediler, buluşamadık…

Eskiden Hadar vadisinde çeşit çeşit meyve yetişirmiş. Bahçelerdeki meyve ağaçlarını sökmüşler, yerlerine kat ağaçları dikmişler. İki metre yükseklikteki

bu ağacın yaprakları çiğneniyor ve içindeki uyuşturucu ve keyif verici madde kullananları tâbir câiz ise biraz mayıştırıyormuş.

Kat yaprakları hayli pahalıya satılıyor, kadınları bilmem ama erkeklerin hepsi kullanıyor.

Suudî Arabistan uleması bunun haram olduğuna fetva vermiş, Yemen’de serbest.

Fıkıhta “belva-yı âmm” diye bir şey vardır,

Yemen’deki kat da böyle bir ibtilâ
(ibtilâ kelimesi belâdan gelir…)

Son yıllarda kat ağaçları insan sağlığına zarar veren sunî gübrelerle büyütüldüğü için ülkede kanser vakaları çok artmış. Kat çiğneyenler, çiğnedikleri yaprakları avurtlarında saklıyorlar ve bu yüzden yüzlerinin bir tarafı şiş görünüyor.

Sana’a şehrinde insanın dikkatini çeken en önemli özellik Yemen’e mahsus geleneksel mimarî üslûbunun korunmuş ve yaşatılmış olmasıdır. Eski-yeni bütün binalarda pencerelerin üzerinde

“tepe penceresi”

şeklinde vitraylar bulunuyor. Yemen mimarîsini çok beğendim ve sevdim, keşke Türkiye’mizde de geleneksel, millî mimarimiz böyle korunmuş olsaydı.

Yemen halkı iki türlü giyiniyor:

Kendi millî kıyafetleri ve Avrupaî kıyafet.

Orada kıyafet konusunda bizdeki gibi sertlik, fanatizm, zorlama yok. Güneşten korunmak için başıma geçirdiğim Çek Cumhuriyeti malı kırmızı serpuşu gören bazıları,

“Tunuslu musunuz?”

diye sordular.

Yemen’de kadınlar tesettüre riayet ediyor. Siyah ve zarif çarşaflar giyiyorlar, bazılarının yüzleri tamamen peçeyle örtülü, bazılarının ise sadece gözleri açık; yüzlerinin diğer tarafları yine kapalı. Ben dindar bir Müslüman, geleneksel millî kültürümüze bağlı bir Türk olarak Yemen kadınlarının bu kıyafetlerini hor görmek bir tarafa, çok beğendim. Rahmetli Üstad Necip Fazıl, Hacdan döndükten sonra Suudî Arabistan hanımlarının çarşaflarını medh eden bir yazı kaleme almıştı.Yemen hanımlarını görmüş olsa, onları daha fazla överdi.

Bir estet gözüyle bakılırsa Yemen kadınlarının kıyafetlerinin son derece güzel, zarif ve vakarlı olduğu kabul edilir. Yakup Kadri’nin (Karaosmanoğlu) 1915’de yayınladığı

“Çarşafa ve Peçeye Dair”

başlıklı nefis bir yazısı vardır. Türk nesrinin güzel örneklerindendir.

Yakup Kadri dindar bir insan değildi; bir edip, bir sanatkâr, medenî bir Türkiyeli, bir estet olarak çarşaf ve peçeyi övmüştür…

Tabiî şu hususu da belirtmek gerekir ki, İmparatorluğun son zamanlarındaki çarşaflarla bugünküleri birbirine karıştırmamak gerekir.

Yemen’in okul ve üniversitelerinde başörtüsü, tesettür krizi ve sıkıntısı yok. Küçük kızlar okullara başları örtülü olarak gidiyor. Üniversite öğrencileri ve kadın öğretim üyeleri de öyle.

Başı örtülü bir hanım psikoloji profesörü gördük ve kendisi ile tanıştık. Türk asıllı imiş, birkaç kelime Türkçe biliyordu.

Sana’a’da,

Sultan Abdülhamid’in tamir ettirdiği kubbeli camiyi gezdik.

Kapısında padişahı öven ve ona dua eden bir kitabe vardı. Sultan Abdülhamid zamanında yaptırılmış Sanat Mektebi’nin kitabesi Türkçeydi. Onda da Sultan Abdülhamid’e dua ediliyordu. Bu bina şimdi

“Yemen Harp Müzesi”

olarak kullanılıyor. Vaktimiz az olduğu için çok gezemedik. İçeride resim çekmek yasakmış, kafilemizde bulunan

Aras Neftçi Bey

(Kerkük Türkmenlerindendir) Arapça bildiği için, tercümelerini yapıp göndermek şartıyla onun bazı kitabe ve mezar taşlarının fotoğraflarını almasına izin verdiler.

(Aras Bey, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde mimarlık tarihi kürsüsünde uzmandır, ayrıca profesyonel ve sanatkâr bir fotoğrafçıdır.)

Sana’a Askerî Müzesi Müdürü, Aras Bey’e anlatmış, geçen sene Türkiye’den bu müzeyi gezip görmek üzere bir grup Türk bürokratı vazifeli olarak gelmiş. Yemenli müdür-kumandan, taaccüp ederek (garipseyerek)

“Müzemizdeki Türkçe kitabeleri ve belgeleri okuyamadılar…”

diye anlatmış.

Yemen İmamlığı, 1924’e kadar İstanbul’daki Halifeyi tanımış, onu Müslümanların başı olarak kabul etmiş.

Bendeniz bir ülkeye veya şehre gidip de oradan, hatıra olmak üzere el sanatı ürünleri almadan dönmem. Sana’a’da da, ilk fırsatta eski şehirdeki tarihî çarşıya koştum.

Üzeri işlemeli, sarı madenden bir sini (35 dolar), yine sarı madenden hayli emek verilmiş ve işlenmiş bir avize (150 dolar) aldım.

Bu gibi avizeler aydınlatmaktan çok süs olarak kullanılıyor. Çarşıda el dokuması Yemen kumaşı bulamadım, Hindistan’dan gelen birkaç örtü aldım.

Maalesef eski kitap satan dükkânlara uğrayacak vaktim olmadı, Türkiye’de yüksek tahsil yapmış ve hâlâ Yemen arşiv dairesinde çalışan bir zat

“Türkler zamanından kalan kitaplar, belgeler, eşyalar antika oldu. Arasanız da bulabileceğinizi sanmam”

dedi.

Yemen millî kıyafetinin vazgeçilmez unsuru

Cenbiye

denilen ve bele takılan hançerdir. Onlardan kafiledeki birçok zat hatıra olarak birer tane aldı, bendeniz almadım. 10 Şubat 2006, TürkHava Yolları Yemen Cumhuriyeti’nin başşehri Sana’a’ya muntazam seferlere başlıyor. İlk seferde Ulaştırma Bakanımız Binali Yıldırım, THYGenel Müdürü Doç. Dr. Temel Kotil, 25 milletvekilimiz, medya mensupları bulundu. Bendeniz de bu heyetin içindeydim. Kısa notlar hâlinde iki günlük seyahatte gördüklerimi, birtakım görüş ve düşüncelerimi muhterem okuyucularıma arz edeceğim.

Osmanlı İmparatorluğu parçalandıktan ve Hilafet kaldırıldıktan sonra Türkiye ile Yemen, Moğolistan ile Paraguay kadar birbirlerine yabancı, uzak, ilgisiz kaldılar. Bunun sebebi neydi?

Ortada henüz somut bir belge yok ama

Lozan’ın “Gizli Protokollerinde”

birtakım maddeler vardı. Haçlı ve emperyalist güçlere, taahhütlerde bulunulmuştu.

1. Türkiye, İslâm dünyasıyla ilgisini kesecek.

2. Türkiye, eski vilâyetleriyle ticarî, kültürel, turistik münasebetlerini asgariye indirecek.

3. Türkiye, Türk dünyasıyla ilgilenmeyecek.

4. Hilâfet kaldırılacak.

Ve saire ve saire… Türk Hava Yolları’nı, Yemen’e başlattığı muntazam (haftada iki kere) uçak seferleri için tebrik ediyorum. Çok hayırlı bir başlangıç olmuştur; çok da geç kalmış olduğumuz hususunun da üzerinde durmak gerek…

Osmanlı İmparatorluğu bir cihan devletiydi, bir barış (pax) sistemiydi. Bu devlete sömürgeci, işgalci, emperyalist demek hiçbir Müslümana yakışmaz ve şeref kazandırmaz. Arap dünyasındaki Mişel Eflâk, Anton Saade ve benzeri kişiler devlet-i ebed-müddetimiz için ne derlerse desinler; Müslüman Araplara böyle konuşmaları yakıştırmam.

İstanbul-Sana’a uçak yolculuğu dört saatten fazla sürüyor. Gece saat sekizden sonra kalktık, gece yarısından sonra Yemen başkentine indik.

Orada Mövenpick Oteli’ne yerleştik. Güzel bir mimarîsi olan, çok katlı, gayet lüks, uluslararası standartlarda bir otel…

Yemen’de ilk dikkatimi çeken özellik, sabah namazı ezanından önceki vakitte bütün minarelerden hoparlörlerle şehre Kur’ân tilâveti, kaside, va’z u nasihat dinletilmesiydi.

İki buçuk saatlik bir uykudan sonra kahvaltı ettik, otomobillerle Sana’a civarındaki

Vadi Hadar

tarihî şehrine gittik; etrafı yüksekliklerle çevrili bir yerdi. Eski evlerden müteşekkil, tarihî bir yerleşim bölgesi. Burada eski Yemen imamlarının bir kaya üzerine bina edilmiş köşkü veya sarayı bulunuyor. Görülmeye, gezilmeye değer bir yer; etrafta eski binalar, bağlar bahçeler var. Sarayın merdivenlerinden inerken gözüm aşağıda iki kubbeli, dört bacalı bir binaya takıldı, iplerde peştamallar kurutuluyordu.

“Burası nedir?”

diye sordum.

“Türk Hamamı”dır dediler.

Yemen’de eski Türk hamamları hâlâ çalışıyor.

Sarayın bahçesinde Yemen’de ikamet eden birkaç vatandaşımızla ayaküstü görüştük, bu ülkede Fethullah Efendi’nin açtırttığı üç kolejde çalışıyorlarmış.

“Ertesi sabah kahvaltıda buluşalım”
dediler, buluşamadık…

Eskiden Hadar vadisinde çeşit çeşit meyve yetişirmiş. Bahçelerdeki meyve ağaçlarını sökmüşler, yerlerine kat ağaçları dikmişler. İki metre yükseklikteki

bu ağacın yaprakları çiğneniyor ve içindeki uyuşturucu ve keyif verici madde kullananları tâbir câiz ise biraz mayıştırıyormuş.

Kat yaprakları hayli pahalıya satılıyor, kadınları bilmem ama erkeklerin hepsi kullanıyor.

Suudî Arabistan uleması bunun haram olduğuna fetva vermiş, Yemen’de serbest.

Fıkıhta “belva-yı âmm” diye bir şey vardır,

Yemen’deki kat da böyle bir ibtilâ
(ibtilâ kelimesi belâdan gelir…)

Son yıllarda kat ağaçları insan sağlığına zarar veren sunî gübrelerle büyütüldüğü için ülkede kanser vakaları çok artmış. Kat çiğneyenler, çiğnedikleri yaprakları avurtlarında saklıyorlar ve bu yüzden yüzlerinin bir tarafı şiş görünüyor.

Sana’a şehrinde insanın dikkatini çeken en önemli özellik Yemen’e mahsus geleneksel mimarî üslûbunun korunmuş ve yaşatılmış olmasıdır. Eski-yeni bütün binalarda pencerelerin üzerinde

“tepe penceresi”

şeklinde vitraylar bulunuyor. Yemen mimarîsini çok beğendim ve sevdim, keşke Türkiye’mizde de geleneksel, millî mimarimiz böyle korunmuş olsaydı.

Yemen halkı iki türlü giyiniyor:

Kendi millî kıyafetleri ve Avrupaî kıyafet.

Orada kıyafet konusunda bizdeki gibi sertlik, fanatizm, zorlama yok. Güneşten korunmak için başıma geçirdiğim Çek Cumhuriyeti malı kırmızı serpuşu gören bazıları,

“Tunuslu musunuz?”

diye sordular.

Yemen’de kadınlar tesettüre riayet ediyor. Siyah ve zarif çarşaflar giyiyorlar, bazılarının yüzleri tamamen peçeyle örtülü, bazılarının ise sadece gözleri açık; yüzlerinin diğer tarafları yine kapalı. Ben dindar bir Müslüman, geleneksel millî kültürümüze bağlı bir Türk olarak Yemen kadınlarının bu kıyafetlerini hor görmek bir tarafa, çok beğendim. Rahmetli Üstad Necip Fazıl, Hacdan döndükten sonra Suudî Arabistan hanımlarının çarşaflarını medh eden bir yazı kaleme almıştı.Yemen hanımlarını görmüş olsa, onları daha fazla överdi.

Bir estet gözüyle bakılırsa Yemen kadınlarının kıyafetlerinin son derece güzel, zarif ve vakarlı olduğu kabul edilir. Yakup Kadri’nin (Karaosmanoğlu) 1915’de yayınladığı

“Çarşafa ve Peçeye Dair”

başlıklı nefis bir yazısı vardır. Türk nesrinin güzel örneklerindendir.

Yakup Kadri dindar bir insan değildi; bir edip, bir sanatkâr, medenî bir Türkiyeli, bir estet olarak çarşaf ve peçeyi övmüştür…

Tabiî şu hususu da belirtmek gerekir ki, İmparatorluğun son zamanlarındaki çarşaflarla bugünküleri birbirine karıştırmamak gerekir.

Yemen’in okul ve üniversitelerinde başörtüsü, tesettür krizi ve sıkıntısı yok. Küçük kızlar okullara başları örtülü olarak gidiyor. Üniversite öğrencileri ve kadın öğretim üyeleri de öyle.

Başı örtülü bir hanım psikoloji profesörü gördük ve kendisi ile tanıştık. Türk asıllı imiş, birkaç kelime Türkçe biliyordu.

Sana’a’da,

Sultan Abdülhamid’in tamir ettirdiği kubbeli camiyi gezdik.

Kapısında padişahı öven ve ona dua eden bir kitabe vardı. Sultan Abdülhamid zamanında yaptırılmış Sanat Mektebi’nin kitabesi Türkçeydi. Onda da Sultan Abdülhamid’e dua ediliyordu. Bu bina şimdi

“Yemen Harp Müzesi”

olarak kullanılıyor. Vaktimiz az olduğu için çok gezemedik. İçeride resim çekmek yasakmış, kafilemizde bulunan

Aras Neftçi Bey

(Kerkük Türkmenlerindendir) Arapça bildiği için, tercümelerini yapıp göndermek şartıyla onun bazı kitabe ve mezar taşlarının fotoğraflarını almasına izin verdiler.

(Aras Bey, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde mimarlık tarihi kürsüsünde uzmandır, ayrıca profesyonel ve sanatkâr bir fotoğrafçıdır.)

Sana’a Askerî Müzesi Müdürü, Aras Bey’e anlatmış, geçen sene Türkiye’den bu müzeyi gezip görmek üzere bir grup Türk bürokratı vazifeli olarak gelmiş. Yemenli müdür-kumandan, taaccüp ederek (garipseyerek)

“Müzemizdeki Türkçe kitabeleri ve belgeleri okuyamadılar…”

diye anlatmış.

Yemen İmamlığı, 1924’e kadar İstanbul’daki Halifeyi tanımış, onu Müslümanların başı olarak kabul etmiş.

Bendeniz bir ülkeye veya şehre gidip de oradan, hatıra olmak üzere el sanatı ürünleri almadan dönmem. Sana’a’da da, ilk fırsatta eski şehirdeki tarihî çarşıya koştum.

Üzeri işlemeli, sarı madenden bir sini (35 dolar), yine sarı madenden hayli emek verilmiş ve işlenmiş bir avize (150 dolar) aldım.

Bu gibi avizeler aydınlatmaktan çok süs olarak kullanılıyor. Çarşıda el dokuması Yemen kumaşı bulamadım, Hindistan’dan gelen birkaç örtü aldım.

Maalesef eski kitap satan dükkânlara uğrayacak vaktim olmadı, Türkiye’de yüksek tahsil yapmış ve hâlâ Yemen arşiv dairesinde çalışan bir zat

“Türkler zamanından kalan kitaplar, belgeler, eşyalar antika oldu. Arasanız da bulabileceğinizi sanmam”

dedi.

Yemen millî kıyafetinin vazgeçilmez unsuru

Cenbiye

denilen ve bele takılan hançerdir. Onlardan kafiledeki birçok zat hatıra olarak birer tane aldı, bendeniz almadım. 10 Şubat 2006