Cumartesi

 

Anayasa Mahkemesi başkanlığına Sayın Mustafa Bumin seçildi. Hayırlı olmasını temenni ederim. Seçildikten sonra başkan şu konuşmayı yapmış:

“Anayasa Mahkemesi, 38 yıllık geçmişinde olduğu gibi bundan sonra da,

(1) Atatürk ilke ve inkılaplarının ışığı altında devletin ülkesi ve milletiyle bölünmezliğini gözeterek,

(2) Cumhuriyetin demokratik ve laik esaslarını,

(3) Çağımızda yükselen insan değerlerini göz önüne alarak,

(4) İnsan hak ve özgürlüklerine özen göstererek,

görevini yerine getirecektir.” (Zaman Gazetesi, 1 Haz. 2000, s. 5)

Îtiraf etmem gerekir ki, başkanın bu beyanı zihnimde bazı tereddütler uyandırdı. Bir anayasa mahkemesi başkanından öncelikle şu hususlar üzerinde durması beklenir:

(1) Türkiye’de hukukun üstünlüğü prensibinin siyasete, devlet işlerine, adalet müessesesine hakim kılınması,

(2) Lafzî ve şeklî bir demokrasi değil, ABD’de, İngiltere’de, İsviçre’de ve diğer medenî ve ileri ülkelerde uygulanan gerçek bir demokrasi,

(3) Temel ve evrensel insan haklarının, hürriyetlerinin önündeki bütün engellerin kaldırılması,

(4) Millî kimliğe saygı gösterilmesi, güçlendirilmesi için çalışılması,

(5) Kendilerini devletin, milletin, ülkenin, millî kimliğin üzerinde gören birtakım karanlık, gizli, esrarlı egemen güçlerle mücadele edilerek tam bir bağımsızlığa kavuşulması,

(6) Adaletin siyasete ve derin devlet güçlerine bağımlı olmaktan kurtarılması,

(7) Ya mümkünse gerçek laikliğin getirilmesi, yahut da dinin devlete bağlı ve mahkum olmaktan çıkartılarak din–devlet uyumunun ve işbirliğinin sağlanması.

Sayın başkan cumhuriyetin laik esaslarından bahsediyor. Ülkemizde laiklik var mıdır? Devlete bağlı bir umum müdürlük seviyesinde bir Diyanet İşleri Başkanlığı varken, Diyanet başkanını devlet seçerken, kabinede din işlerinden sorumlu bir bakan (modern şeyhülislam) bulunurken, devletin beş yüzden fazla İmam–Hatip mektebi, 17 İlâhiyat fakültesi, yetmiş bin camii varken, yüz binden fazla imam, müezzin, müftü, vaiz devlet memuru olarak maaş alırken laiklikten bahsedilebilir mi?

Başkan ilk olarak “Atatürk inkılapları ve ilkeleri ışığında…” diyor. Bu inkılaplardan biri de, Mason localarının kapatılması değil midir? Evet Atatürk locaları kapatmış, onun yerine Millî Şef unvanı ile geçen İsmet İnönü ise bunları tekrar açtırmıştı. Atatürkçüler, Mason localarının kapatılması inkılabı üzerinde niçin durmuyorlar?

Atatürk Ezan-ı Muhammediyeyi yasaklatmış, yerine tercüme Türkçe Ezan okutmuştu. Demokrat Parti 1950’de iktidara geçince bu yasağı kaldırmıştır. Ezan inkılabı kaldırıldığına göre, diğer inkılapların da kaldırılması istenebilir mi? Mesela, 1928’deki alfabe inkılabı ile eski İslâm–Kur’an yazısı yasaklanmış, Latin yazısı mecburî kılınmıştı. Şu anda Türkiye halkı, ecdadının bin yıl kullandığı, milyonlarca yazma, basma kitabın, arşiv vesikasının, ataların mezar kitabelerinin alfabesi ile Türkçe okuma bilmemektedir. Bin yıllık eski, millî, tarihî yazımızın serbest bırakılmasını istemek bir suç sayılır mı?

Atatürkçülük bir ideolojidir. Bugün hiçbir medenî ülkede resmî ideoloji kalmamıştır. Yirmibirinci yüzyıl insan hakları, gerçek demokrasi, hukukun üstünlüğü, globalleşme, bilgi çağıdır. Türkiye’nin resmî ideolojili bir rejimle Avrupa Birliği’ne dahil olması mümkün ve kabil olabilir mi? Medenî devletler böyle bir şeyi kabul ederler mi?

Kaldı ki, bugünkü Kemalizm, kesinlikle Atatürkçülük değildir. Statüko taraftarları, ülke üzerinde hakimiyet kurmuş egemen azınlıklar Kemalizmi bir paravan olarak kullanmaktadır. Atatürk istismarcılığının önlenmesi gerekmez mi?

ABD, İngiltere, Kanada, İsveç gibi ileri, medenî, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygı ve riayet olan ülkelerde Müslüman kız çocukları başları örtülü olarak okullara ve üniversitelere gidebiliyorlar da, Türkiye’de niçin gidemiyorlar? Böyle bir şey demokrasi ile, gerçek laiklik ile, hukuk ile kabil-i te’lif midir?

Anayasa Mahkemesi bu ülkede vatandaşların, milletin son merciidir. Onun üzerinde başka bir mahkeme yoktur. Anayasa Mahkemesi başörtüsü meselesinde insan haklarından yana mıdır, resmî ideolojiden ve bize mahsus laiklikten yana mıdır?

Atatürk fesi yasaklamıştı ama kadınların tesettürüne karışmamıştı. Tesettürü yasaklayan bir devrim olmamıştır. Atatürk’ün annesi, eşi Latife hanım, hısım ve akrabaları çarşaflı, başörtülü gezmişlerdir. Bugünkü Atatürkçüler ise, Atatürk’ü kullanarak tesettür ve başörtüsü aleyhtarlığı yapıyorlar. Amerika’da tahsil görmüş, münevver, bilgili ve vatansever bir hanım olan Merve Kavakçı, başına zarif bir eşarp örttüğü için binbir hakarete uğramış, Meclis’e sokulmamış, vatandaşlıktan atılmıştır. Bu kafa ile Türkiye medeniyet yollarında nasıl ilerleyecek, nasıl kalkınacaktır?

Bugün dünyanın en güçlü devleti Amerika’dır. Orada tam, mutlak, eksiksiz, gerçek bir din ve inanç hürriyeti vardır. Paraların ve pulların üzerinde “Biz Allah’a güveniyoruz” diye yazılıdır. Orada meclis din hakkında kanun çıkartamaz. Hıristiyanlığın her mezhebi, Yahudiler, Müslümanlar, Budistler, binlerce tarikat tam bir hürriyet içinde faaliyet gösterir. Bundan dört buçuk asır önce dünyanın en güçlü devleti Osmanlı imparatorluğu idi. Osmanlı devleti de ülkesindeki dinlere geniş bir hürriyet tanımıştır. Avrupa’da inançlarından ve dinlerinden dolayı insanlar diri diri yakılır, engizisyon işkencelerine mâruz bırakılırken Osmanlı devleti, İspanya’dan koğulan Yahudilere hudutlarını açmış, onlara yeni bir vatan sağlamıştır.

En temel hürriyet kimliğini korumak hürriyetidir. Şu anda Türkiye Müslümanları din, inanç, inandığı gibi yaşamak, kimliğini korumak konusunda büyük sıkıntılar içindedir. Uluslararası andlaşmalarla garanti altına alınmış olmasına rağmen, anne babaların çocuklarına istedikleri şekilde din dersi verdirtmeleri yasaklanmıştır. Bir din hocası, ilköğretim çağındaki çocuklara din dersi verdiği taktirde mahkemeye verilmekte, hapis cezasına çarpılmaktadır.

Din konusunda bazı gizli, egemen, esrarlı güçler, “derin devlet” denilen heyulanın temsilcileri ülke çapında terör estirmektedir.

Din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyetinin olmadığı bir ülkede laiklikten, demokrasiden bahsedilebilir mi?

Madem ki, din sosyal bir müessesedir, rejimin ve devletin bu güç ile barışık olması, işbirliği yapması gerekmez mi?

Almanya’da Hıristiyan Demokrat Partisi var da, Türkiye’de dinî isim taşıyan parti niçin yasaktır?

Tarihte hangi siyasî rejim, ezici çoğunluğun dinine ters düşerek pâyidar olabilmiştir.

Anayasa Mahkemesi, din devlet çatışmasında son karar mercii olduğu için bu müessesenin yeni başkanının resmî ideoloji, din, inanç hürriyeti gibi hayatî konulardaki görüşlerinin ne olduğunu öğrenmek hususunda sabırsızlanıyoruz. 04 Haziran 2000