Perşembe

 

Siz bu ülkenin Müslümanları kolay kolay düzelir mi sanıyorsunuz? İstanbul zelzele ile beşik gibi sallandı da ne oldu? Halk tövbekâr mı oldu? Camilerde vakit namazlarında cemaat iki üç misline mi yükseldi? Ümmet içindeki nifak şikak, tefrika zâil mi oldu?

Herşey eski hamam, eski tas. Cuma namazında hatip efendi yine “Hoparlör” için para istedi. Cemaatler, hizipler, fırkalar, tarikatlar yine para, daha fazla para, en fazla para toplamak için seferber vaziyette. Şuculuk, buculuk, oculuk yine bütün taassubuyla devam ediyor.

Şu filancalara bakınız. Onların başındaki muhterem zamanın en büyük Müslümanıymış, şöyle kerameti, böyle hârika işleri varmış, ona intisap eden Mevlâsını bulurmuş… Yahu, Muhammed aleyhissalatü vesselamın bize Hak katından getirdiği dinde böyle ucuz kurtuluş reçetesi var mı? Bir Hazret’e intisap ediverecek ve kolayca Mevlâ’sını buluverecek. Oh ne güzel. Bizlere örnek olarak gönderilen Peygamber ne sıkıntılar çekti, ne çilelere göğüs gerdi, ne eziyetlere uğradı. Ona tâbi olan Ashab da büyük imtihanlar verdi, meşakkatler çekti. Çalıştılar, terlediler; acılar çektiler, göz yaşları döktüler; savaştılar, kanlarını döktüler, canlarını verdiler. Yol budur. Kerametleri kendisinden ve bağlılarından menkul bir Hazret’e bağlanacaksın, ona para vereceksin ve sonra Mevlâ’nı bulup kurtulacaksın. İslâm bu kadar ucuz mu? Bu adamlar kimi kandırdıklarını sanıyorlar? Yoksa, bütün bu edebiyat Müslümanları daha fazla yolmak, daha çok tırtıklamak için midir? Bu adamlar Allah’tan korkmuyorlar mı?

Sa’d ibni Ebi Vakkas radiyallahu anh hazretleri anlatıyor: “Resûlullah bir grup sahabe olarak bizi bir sefere gönderdi. Başımıza bir başkan seçti. Yanımıza, hurmadan kumanya verdi. Yola çıktık. Bir müddet sonra hurmamız bitti, açlıktan çalı yapraklarını yemeye başladık. Ama yolumuza devam ediyorduk. Yaprak yemekten dolayı, koyun ve keçiler gibi kaza-i hâcet ediyorduk. Bu minval üzere Resûlullah’ın bize verdiği emri yerine getirdik.”

İşte ilk Müslümanlar böyleydi. Şimdi İslâm başkanı, şeyh, hazret, din baronu, büyük mücahid, üstad geçinen birtakım adamlara bakınız. Bunların bazısı ne kadar lüks ve şaşaalı bir hayat sürüyor. Eski Nemrud’lar, Firavun’lar, Neron’lar, Şeddad’lar, mihraceler, racalar, krallar bunların yanında pek sönük kalır. Aman ya Rabbi, ne tantana, ne tantana. Bunlar mı, İslâm’ın ve Müslümanların temsilcisi olacak? Neuzübillah, hafazanallah!

Zamanımızda masonlar, ateistler, fâcirler tarafından kışkırtılan ve desteklenen birtakım zındıklar, “Peygamber bir postacı idi, mesajı getirmiş, ondan sonra işi bitmiştir. Ona izafe edilen hadîsler uydurmadır. Sünnet dinin kaynağı değildir. Peygamber’i bırakınız, bizlere tâbi olunuz” şeklinde propaganda yapıyor. Bu herifler zındık, peki, din baronu, hazret, önder geçinen birtakım adamlara ne oluyor ki, onlar bile bile, mütecâsirâne, hiç utanmadan ve arlanmadan Nemrud ve Firavun gibi hayat sürebiliyor?

Çok sık yazıyorum, yine tekrar edeceğim: Güney Afrika’da Mandela ırkçı rejimin zindanlarında yirmi sekiz sene yattı. Bizde Mandela kadar idealist, azimli, sabırlı, cefakâr İslâm önderi yok mudur?

Ucuz ucuz reçeteler, kolay kolay kurtuluş formülleri… Aziz Müslümanlar siz kafanızı yorup hiç düşünmeyin, siz sadece olanca paranızı bize verin, bizim eteğimize yapışın ve kurtulun. Adamların Müslümanlara dediği bu. Onlar zengin oldukça, Müslümanlar yardımı arttırdıkça işlerin kötüye gittiği üzerinde kimse durmuyor. Ver, bağlan ve sakın düşünme, sorgulama.

Ucuz ve mütevâzı bir otomobile binen din baronu gördünüz mü? Mütevazı bir evde yaşayan sahte bir din büyüğü gördünüz mü? Parası, serveti olmayan bir Hazretü’l-hazerat gördünüz mü?

İslâm dâvasını mıncıklaya mıncıklaya bizi bu günkü hallere getirdiler. Ülkeye ve ümmete vasıflı, güçlü, üstün insanlar yetiştirmek yerine, kendilerine robot gibi bağlı, vasıfsız ve güçsüz uyurgezerler, zombiler yetiştirdiler. Temiz, saf, câhil, ufuksuz Müslümanların verdiği milyarlarca doları ziyan ettiler, verimsiz sahalara yatırdılar.

İslâmî kesimin ne bilgi bankası var, ne dokümantasyon merkezi, ne stratejik araştırmalar enstitüsü, Müslümanlar otuz senedir, İngiltere’deki Eton Koleji ayarında bir kolej açamadılar. İslâmî kesimin medya işleri yürekler acısı. İlim, irfan, kültür, araştırma, sanat, hukuk, mimarlık, giyim kuşam, moda, dekorasyon, çevre mimarisi, şehircilik gibi konularda nal topluyoruz. Din baronlarının bir sürü altın gibi, pırlanta gibi, mücevher gibi talebesi, bağlısı varmış. Bu altınlar, platinler ne işe yarar?

Birinci büyük depremde Allahü Teâlâ ve Tekaddes hazretleri İstanbul’u korudu. Bu bir uyarı zelzelesiydi. Müslümanlar uyandılar mı, ibret aldılar mı, kendilerine geldiler mi, tevbe ettiler mi, ibadete, cemaatle namaza başladılar mı? Onlara iyi nasihatlar edildi mi? Emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmaya başladılar mı?

Zelzele ve başka âfetler bir daha olmaz değil. Zemin ve âsüman bize “uyanın, kendinize gelin, âgâh olun” diye haykırıyor. Allah bize bir haberci göndermiş, iyilere müjdeler verdirmiş, kötüleri uyarmış, korkutmuş. Biz ne yapıyoruz? İçimizden nice kişi var ki, sanki dinleri imanları paradır onların. İslâm büyüğü diye ortaya birtakım adamlar çıkmış, akılları, fikirleri, zikirleri para ve benliktir onların. Şu şeyh kılıklı herife bakınız, şeyh değil sanki holding sahibi; para saymaktan tesbih çekmeye vakit bulamıyor. Kılavuzu böyle kargalar olursa zavallı Müslümanların işleri bitiktir.

Din kardeşlerime hitap ediyorum. Bu dünya cennet değildir, asla cennet olmaz. Cennet, başka bir âlemdir. Hadîs-i şerifte “Dünya mü’mine zindan, kâfire cennettir” buyurulduğunu duymadınız mı? Âhir zaman alametleri belirmiş, dünya çok bozulmuştur. Kelle sayısı itibarıyla çok Müslüman var ama ağırlıkları yok. Şaşırmış kalmışlar. Hakikî, icazetli, âmil âlimler pek azalmıştır. Yine hakikî ve icazetli şeyhler ve mürşidler de nadirleşmiştir. Şimdi ortalıkta çoban kepeneğine bürünmüş bir sürü kurt vardır.

Maddî ve mânevî zelzelelerden, musibet ve âfetlerden kurtulmak ve korunmak isteyenler ibadet, hayır, hasenat yapsınlar. Cemaate devam etsinler. Cemaati terkeden şeytanların maskarası olur. Zekâtlar, yardımlar öncelikle sefalet çeken, geçim sıkıntısı içinde kıvranan fakirlere verilmelidir. Fakirler aç yatarken, bunca vatandaş yağmur altında çadırlarda barınırken, insanlar yemek ve ekmek kuyruklarında birbirini çiğnerken, yetimler ve dullar ağlarken, kimsesiz ihtiyarlar inlerken hâlâ Firavun, Nemrud, Neron gibi israf eden, gösteriş yapan, lüks hayat süren heriflere ve karılara Müslüman denilebilir mi? Bu hissizler, bu vicdansızlar Allah’tan korkmuyorlar mı?

Evet yer gök bize uyanın diye bağırıyor lisan-ı halleriyle. Gaflet etmeyelim. 10 Eylül 1999