EY Müslümanlar!.. Ah Müslümanlar!.. Aziz kardeşlerim!.. Allahın selamı, rahmeti, bereketi üzerimize olsun…

Dua belaları def’ eder… Sadakalar belaları ve musibetleri uzaklaştırır…

Bin kişilik bir cemaat içinde sadece bir kişinin duası kabul edilse, o kişi Ya Rabbi hepimizi affet dese, inşaallahu Teala o bir kişinin duasından 999 kişi de yararlanır.

Dualar ve sadakalar nasıl belaları ve musibetleri def’ ediyorsa; azgınlıklar, açıkça ve küstahça işlenen günahlar, şehvetlerin toplumu istilası, emr-i mâruf ve nehy-i münker yapılmaması, zulüm de belaları üzerimize çeker.

Başta İstanbul olmak üzere memleketimiz dualı bir memlekettir. Anadolumuz sahabe kabirleri ve makamlarıyla doludur. Asırlar boyunca evliyaullah bizlere dua etmiştir. Bu dualar berekatıyla yer ayağımızın altından göçmemekte, gök tepemize çökmemektedir.

Şu anda sevgili vatanımız yoğun günah, fısk, fücur, nifak ve şikak bulutlarıyla kaplanmıştır. Azgınlık ayyuka çıkmıştır. Bin çeşit günah açıkça, fütursuzca işlenmektedir. Ümmet birliği gitmiş, yerini binden fazla hizip ve İslamcılıktan oluşan şeytanî bir Protestanlık almıştır.

Müslümanlar karanlık gecede fırtınaya yağmura tutulmuş, kurtların hücumuna uğramış çobansız bir koyun sürüsüne dönmüştür.

Din iman tehlikededir… Şeriat elden gitmiştir… Birtakım reformcular ve modernistler din konusunda korkunç ve yıkıcı bir kaos ve anarşi oluşturmuşlardır.

Şu şehr-i Dilara-i İslambola bakınız: Sabah ezanları okunuyor, bir iki cami dışında mabetler boş… Cuma ezanı okunuyor, hemen hemen bütün dükkanlar, bürolar, iş yerleri, atölyeler, lokantalar, kahvehaneler açık, çarşılar pazarlar sokaklar insan selleriyle dolu… Bir İslam şehrinde seherlerde, cumalarda durum böyle mi olmalıdır?

Yaz geldi, çıplaklık büsbütün arttı…

Siz sarhoşların kısıtlama feryatlarına aldanmayınız kanmayınız, memleket bir meyhane-i kübraya dönmüştür. Her yer rakı, şarap, bira fabrikalarıyla dolu…

Kur’anla, Sünnetle, icma ile kesin şekilde yasak ve haram olan riba tufanları ülkemizi manen yakıp yıkıyor. Zaten reformcular onun da fetvasını verdiler. Yolcu sarhoş hancı sarhoş, han sarhoş.

Her yerde yüksek, pek yüksek nemrudî şeddadî binalar yapılıyor. Zina artık suç değil… Bina ve zina… Bina ve zina…

Geçen gün din okulunda okuyan bir öğrenciye bana Allahın on dört sıfatını say dedim. Durakaldı, şaşakaldı cevap veremedi. Allahın sıfatlarını bilmeyen bu Müslüman genç bütün meşhur futbolcuların, bütün ünlü şarkıcıların, nice o biçim mankenlerin, birtakım değersiz ehl-i dünyanın isimlerini ve sıfatlarını biliyordu.

Vah o gence!.. Eyvah o gence Rabbinin sıfatlarını öğretmeyen bilenlere!..

Başımızı kaldırıp semaya bakalım. Orada bize yazılmış mektuplar göreceğiz, onları okuyalım…

Kulaklarımızı zemine dayayalım, yerin dibinden homurtular geldiğini işiteceğiz.

Gecenin yarısında kalkalım ve kalp kulaklarımızı açıp göklerden bize nida eden münadileri dinleyelim.

Biz uyarılmamış değiliz.

Bin dört yüz seneden beri uyarılıp duruyoruz.

Kur’an bir uyarıdır… Sünnet bir uyarıdır… Din baştan başa bir uyarıdır…

Yer arada bir depreniyor ya, işte o deprenmeler ve titremeler hep birer uyarıdır.

Şiddetli yağmurlar… Kızgın rüzgarlar fırtınalar… Bazen denizin coşup dalgalanması… Zaman zaman yumruk büyüklüğünde dolu yağması… Su baskınları, kuraklıklar… Hep uyarıdır bunlar.

Gecenin birinci sülüsünde, ikinci sülüsünde, üçüncü sülüsünde semadan münadiler Müslümanlara nida ediyor, kalkın kalkın kalkın diye…

Kur’an abid olun, adil olun, doğru olun diye nida ediyor.

Sünnet iyilikleri yapmaya ve yaptırmaya, kötülüklerden kaçınıp onları engellemek için direnmeye çağırıyor bizi.

Ağaçların yapraklarına öyle cahil cahil bakma sakın. Her yeşillik ki yerden biter, birdir O, ortağı yoktur der.

Biraz dikkatli dinlesene: Kuşlar, martılar, kırlangıçlar sana hep uyan uyan uyan diyor.

Her yer ayetlerle dolu ve hepsi bizi uyarıyor.

Niçin böyle gafil olmuşuz ki, geceleyin içimizden bir ses uykumuzu bölmüyor.

Yere düşen madeni paranın sesini hemen duyuyoruz da, bunca nidayı niçin işitmiyoruz.

Gözlerimizdeki perdeleri ne zaman yırtacağız?.. Kulaklarımızda tıkaçları ne zaman çıkartacağız?.. Kalplarımızdeki zincirleri ne zaman kıracağız?..

Nedir bu yatakta uyumak, ayakta uyumak…

Ey uyanık geçinenler, niçin uyuyanları uyarmıyorsunuz?

Niçin o gafletle yatanlara, “Sel geliyor, hemen ayağa kalkın, sakın gaflet içinde uyumayın…” demiyorsunuz?

Ah bunca ikaza rağmen niçin uyanmıyoruz?

(İkinci yazı) Peygamberimize Âdice, Rezilce Hakaret Edilirken

UZUN asırlar boyunca İslamın kalesi olmuş ve halen halkının büyük çoğunluğunun Müslüman olduğu bir ülkede, Resulullah Efendimize

(Salat ve selam olsun ona)

çok âdice, hayâsızca saldırılır ve hakaret edilirse, bundan orada yaşayan Müslümanların reisleri, ileri gelenleri, alimleri ve fazılları da sorumlu olur.

Çünkü Müslümanların elinde Resulullahı korumak konusunda çok imkân vardır.

Birincisi:

Savcılıklara şikayet ederek saldırganların cezalandırılmasını

istemeleri gerekir. Bunu topluca yapmazlarsa büyük vebal altında kalırlar. Toplucadan maksadım, en az birkaç yüz bin Müslümanın şikâyet dilekçesi vermesidir.

İkincisi:

Milyonlarca Müslümanın siyasî iktidara baskı yaparak, saldırganlara karşı tedbir alınmasını istemeleri

gerekir. Kemalistler Atatürkü koruma kanunu çıkartmışlardır. Din hürriyetine taraftar iktidarların da İslamı, Hz. Muhammedi, mukaddesatı koruma kanunu çıkartmaları gerekir.

Üçüncüsü: Müslümanların, yasal sınırlar içinde kalmak şartıyla

saldırganları protesto

etmeleri gerekir. En az bir milyon kişilik mitingler, bir milyon kişilik yürüyüşler yapılabilir.

Dördüncüsü:

Saldırganlar boykot edilebilir.

Dört madde yazdım, daha başka tedbirler, tepkiler, savunmalar da olabilir.

Herhangi büyük bir tarikat, cemaat, dinî hizip ve fırka düşünelim

. Bu kuruluş kendi şeyhine, hocasına, hocaefendisine, büyüğüne, liderine, üstadına saldırılıp hakaret edilince ne yapar? Büyük tepki göstermez mi? Ortalığı velveleye vermez mi? Yeri göğü birbirine katmaz mı?..

Resulullah Efendimiz bütün Müslümanların reisi, başı, beşerî planda en büyüğü değil midir?.. Peki milyonlarca tarikatçi, cemaatçi, hizipçi Müslüman o en büyüğümüzü niçin korumuyor, savunmuyor?

Her Müslüman Resulullahı korumakla yükümlüdür. Her mü’min ona biatlidir ve bu biatin şartlarından biri de onu korumaktır.

Biz gayr-i Müslimlere, dıştan Müslüman görünüp de ikinci ayrı bir kimliği bulunan Kriptolara, fanatik ve agresif din düşmanlarına Hz. Muhammede iman etmek, onu sevmek konusunda zorlama yapmayız. Lakin ona hakaret edilmesine, saldırılmasına da hoşgörü ile bakamayız. Böyle bir hoşgörü konusunda bize izin verilmemiştir.

Kendi şeyhini, kendi din-başını, kendi baronunu, kendi hocasını, kendi hocaefendisini olanca gayret ve hassasiyetiyle koruyup da, Resulullahı korumayanlar acaba nasıl Müslümanlardır?

Ucuz ve batıl bir itiraz var:

Efendimizi korursak fitne ve fesat çıkar…

Bu ne kadar eblehçe ve alçakça bir itirazdır.

Asıl büyük fitne, Müslüman bir memlekette Resulullaha âdice, rezilce küfür edilmesi değil midir?

Yukarıda beyan ettim, Müslümanlar Resulullahı korurken yasal sınırların dışına çıkmayacaklardır. Resulullah’a saldıran, hakaret edenlere karşı pek hoşgörülü olan Müslümanlara hitap ediyorum:

Âlemlere rahmet olarak gönderilen ve bütün mü’minlerin velinimeti olan o zata hakaret edilen bir ülkenin, bu hakaretlere karşı onu korumayan Müslümanların üzerine ceza iner. Hiçbir medenî insan, ülkesindeki çoğunluğun inandığı Peygambere âdice ve bayağıca hakaret etmez. Hiçbir gerçek mü’min böyle hakaretlere karşı tepkisiz kalamaz.

Türkiyede, eskiden olduğu gibi diktatörlük yoktur. Oldukça hürriyet vardır, çoğulcu bir yapı vardır. Çoğunluğu oluşturan Müslümanların Peygamberine karşı edepsizce, rezilce, pek âdice hakaret edenler medenî insanlar ve iyi niyetli vatandaşlar değildir.

Böyle rezil saldırganlara yasal sınırlar içinde gerekli cevapları vermeyen tepkisiz Müslümanlar kesinlikle iyi Müslüman değildir.

Şeyhine veya hocaefendisine hakaret edilince küplere binen, Peygamberine hakaret edilince tınmayan Müslümana gerçek Müslüman denir mi? Böyle pasifleri uyarıyorum:

Ya vazifenizi yaparsınız, yahut azaba ve silleye hazır olursunuz.

19 Mayıs 2013