Cuma

 

Devlet Demiryolları Genel Müdürü Süleyman Karaman bey telefonla sitem etti, bazı yanlışlarımı düzeltti. Pamukova’daki hızlandırılmış tren kazasında 100’e yakın değil, otuz küsur vatandaşımızın can verdiğini söyledi. Kazanın, tren makinistinin düşük hızla geçmesi gereken bir yerden tam hızla geçmesinden ileri geldiğini söyledi. İnşaallah ileride bizim ülkemizde de, medenî ülkelerde olduğu gibi hızlı trenler işleyeceği müjdesini verdi.

Uzman olmadığım konularda, şahıs ismi vererek suçlamaktan, kesin hükümler vermekten kaçınan bir yazarım. Genel Müdür beyefendi yüksek makine mühendisliği tahsilinden sonra yüksek lisans ve doktora da yapmış bir kimsedir. Kendisini müdafaa etmesini tabiî karşılıyorum. İşinin ehli olduğunu da kabul ediyorum. Ehliyetli ve liyakatli bir bürokrat ve vazifeli olarak Türkiye’de istisna teşkil etmektedir. İstisnalar kaideyi bozmaz.

Tren kazasının sorumluluğunu yüzde yüz makinistin üzerine atmak doğru değildir. Vaktiyle bir başbakan

“Bu memlekette A’dan Z’ye kadar her şey bozuktur”

demişti. Türkiye’de birtakım bozukluklar var ki ve bu memleket iyi idare edilmiyor ki, İstanbul ile Ankara arasında hızlı trenle yolculuk yapamıyoruz. Bizim gibi bir Asya ve doğu ülkesi olan Japonya hızlı tren çalıştırıyor da biz niçin çalıştıramıyoruz? Bunun hesabını kimden soracağız?

Türkiye’de hızlı tren bulunmamasının sorumluluğu elbette şu anda umum müdürlük yapan beyefendiye ait değildir. Müsterih olsun. Ancak, Pamukova’daki son kazada, başta Ulaştırma Bakanı olmak üzere birtakım politikacıların ve büyük bürokratların sorumlu olduklarında hiç şüphe yoktur. Taksirli veya taksirsiz sorumluluk…

Türkiye halkı, sorgulamayan bir halk haline gelmiştir. Halbuki birtakım soruları yüksek sesle sormamız gerekir. Bunlardan bazılarını aşağıda sıralıyorum:

Ülkemiz niçin Japonya kadar ileri, güçlü, zengin, üretken, olamamıştır, eğitim ve üniversite konusunda dünya birincileri listesine girememiştir? Japon yazısının son derece çetrefil ve öğrenilmesi güç olmasına rağmen orada kitapçılık, dergicilik, gazetecilik, kültür, sanat ve eğitim faaliyetleri niçin bu kadar yüksektir de bizde bu sahada utanç verici bir gerilik vardır.

Avrupa’da ve Japonya’da nice ülke saatte 300 kilometre yapan hızlı demiryollarına sahiptir de, bizim trenlerimiz niçin 19’uncu asır hızıyla yol almaktadır? Üç tarafı denizlerle çevrili olan, Marmara gibi bir iç denize sahip bulunan bu ülkedeki deniz taşımacılığı niçin çok geridir, çok yetersizdir?

Türkiye sanayi, ihracat, üretim, zenginlik, millî gelir bakımından niçin Güney Kore, Tayvan, Singapur gibi olamamıştır? Daha bunlar gibi yüzlerce sorunun bu memlekette yüksek sesle sorulması gerekmez mi? Resmî ideoloji çığırtkanları

“Şunu yaptık, bunu yaptık…”

diye cart curt edip böbürleniyorlar. Bir miktar iş ve hizmet yapmakla, bir miktar eser vermekle iş biter mi?

Çok iş yaptıklarını söyleyen zihniyete şunu sormak gerekir:

– Yapılması gereken ve yapabileceğiniz işlerin kaçta kaçını yaptınız?

Benim tahminimce, yapılabileceklerin yüzde onunu bile yapamamışlardır. Türkiye geri kalmıştır. Geri bırakılmıştır. Bir sömürge haline getirilmiştir.

Bir Türkiyeli olarak niçin sabahleyin trene binip iki veya üç saat sonra Ankara’ya varamıyorum? Bunun mutlaka bir sorumlusu olması gerekmez mi?

Yakın zamana kadar dünyanın sayılı tahıl ambarlarından biri olan ülkem şu anda niçin halkının ekmeklik buğdayını dışarıdan satın almak zorunda bırakılmıştır? Türkiye niçin bu kadar borca batırılmıştır? Son otuz yılda

“birileri”

bu memlekette üç yüz milyar dolar kirli, kara, necis, haram para sahibi olmuştur? Bunun suçluları, sorumluları kimlerdir?

Siyasete, belediyeciliğe başlarken hiçbir serveti olmayan birtakım türediler nasıl olmuş da on, onbeş yıl içinde dünya çapında zengin olmuşlardır?

Bu memlekette gerçek aydın varsa, böyle keskin sorular sormaları gerekir. Bin türlü kötülüğün, kokuşmanın bulunduğu Türkiye’de muhalif olmadan aydın olmak mümkün değildir. Yalaka, dalkavuk, kemik yalayıcı, mutabasbıs, evet efendimci, isabet buyurdunuz efendimci, rantçı heriflerden ve karılardan aydın olmaz, okumuş olmaz, vatansever olmaz. Yıkıcı olmamak şartıyla alabildiğine tenkit edeceksin, hesap soracaksın.

Biz gazeteciler savcı değiliz, hakim değiliz, hele cellat hiç değiliz ama yine de bir nevi toplum avukatıyız. Vazifemizi hakkıyla yapmalıyız.

Muhalefet demek Meclis’teki bazı partilerin ve bağımsız milletvekillerinin iktidarı tenkit etmeleri demek değildir. En etkili, en güzel muhalefeti medya yapar, aydınlar yapar. Bizde gerçek aydın var mıdır? Ben, dedelerinin mezar taşlarını okuyamayan cahillere aydın diyemem. Bundan yetmiş seksen sene önce kaleme alınmış Türkçe romanları, hikaye kitaplarını okuyup anlayamayanlar aydın olabilir mi? Merak etmeyin, kendime de aydın demiyorum. Okur-yazar bir vatandaşım. Okur-yazar olduğuma yemin etsem başım ağrımaz. Günde birkaç saat okurum, birkaç saat de yazarım. Milletimin, halkımın, devletimin bin yıl kullanmış olduğu eski yazıyı da okurum. Uydurukça okumam, elden geldiği kadar uydurukça yazmam.

Bu milletin, bu vatanın, bu devletin tuzunu ekmeğini yemiş bir kimseyim. Bu yazıları vatanıma, milletime, devletime minnet ve teşekkür borcumu bir nebze de olsa ödemek için yazıyorum. Bir de dinime hizmet etmek için. İslâm’da zaten din ve millet eş-mânalıdır.

Özür

29 Haziran çarşamba günü yayınlanan Japonların saatte 360 kilometre hız yapan treniyle ilgili yazının son kısmında saf Müslümanlarla ilgili ayrı bir yazı vardı. Gönderirken başlık koymayı unutmuşum, üstteki yazının devamı gibi çıkmış. Özür beyan ederim.

Japonların hızlı treniyle ilgili bir özelliği kayd etmemişim. Bu tren, deneme seferlerinde saatte 420 kilometreye kadar hız yapmış. Tren değil uçak sanki. İşte Japonlar bin türlü zorluk, darlık ve mahrumiyet içinde, üstelik ikinci dünya savaşında feci şekilde yenildikleri ve ezildikleri halde böyle ilim, teknik, sanayi harikaları meydana getiriyor. Türkiye’yi Japonya karşısında bu kadar geri hale düşürenler utanmalıdır. “Türkiye İslâm dünyasının en örnek, en kalkınmış ülkesidir” iddiasıyla kimi kandırdıklarını sanıyorlar? 02 Temmuz 2005