Cuma

 

YÖK Başkanı Erdoğan Teziç, Cumhurbaşkanlığı makamına aday olacak kişinin geçmişten kaynaklanan şâibesi olmaması gerektiğini söylemiş. Buna katılmamak mümkün değildir. Elbette, devletin başına geçecek kimse şâibesiz olmalıdır. (Şâibe: Leke, kusur, noksan, ayıp, kötü eser, kötü iz).
Teziç’in okuduğu, rektörler bildirisinde ayrıca “Adayların başta lâiklik ilkesi olmak üzere Cumhuriyetin değiştirilemeyecek niteliklerini ve bunun temeli olan çağdaş bilimi benimsemiş ve sindirmiş olmaları anayasal bir zorunluluktur” paragrafı da yer alıyor. Bu paragrafa katılmak mümkün müdür?

Bir kere şu husus çok iyi bilinmelidir ki, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana hayli anayasa yapılmış ve değiştirilmiştir. 27 Mayıs 1960’da “Anayasa’yı ihlâl ettiği” bahanesiyle Demokrat Parti iktidarını alaşağı ettiler, Adnan Menderes’i astılar.Sonra ne yaptılar? İhlâl edilmesini vatan hainliği gibi ağır bir suç saydıkları o anayasayı çöpe attılar, yerine baskıcı yeni bir anayasa getirdiler. Bir müddet sonra o da değiştirildi.

Her askerî darbeden sonra anayasa çöpe atıldı, yeni bir metin hazırlandı. Bugünkü Anayasa Türkiye’nin bedenine ve yapısına uyuyor mu? Sağdan soldan, her kesimden tenkide uğrayan bu anayasa da günün birinde yürürlükten kaldırılacak, yerine başka bir metin getirilecektir.

Besim Tibuk’un bir ara başkanı olduğu Liberal Demokrat Parti’nin bir anayasa teklifi vardı: Çok kısa bir metin olacak, Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’nin tamamı anayasanın içine konulacak…

Rektörler ve Teziç “lâiklik ilkesinden” bahs ediyor. Halbuki öncelikle çağımızın evrensel değerleri olan insan haklarından- hürriyetlerinden bahs edilmesi gerekmez mi? Evet, değer olan bunlardır. Bunlara samimî bir şekilde inanmadan demokrat olunamaz.

Türkiye’ye cumhurbaşkanı olacak kimse, öncelikle evrensel insan haklarına, hürriyetlerine, haysiyetlerine gönül vermiş, bunları benimsemiş, bunları hazm etmiş, bunları içine sindirmiş bir kimse olmalıdır. Temel insan hakları ve hürriyetleri olmadan ne demokrasi olur, ne de gerçek cumhuriyet. Teziç’in ve rektörlerin, üzerinde çok durdukları lâiklik bizde var mıdır? Kesinlikle yoktur yoktur yoktur…

Lâik sistemin, genel müdürlük seviyesinde bir Diyanet Başkanlığı olamaz. Sarıklı cüppeli bir Diyanet Başkanı olmaz.

Lâik devletin bütçesinden din işlerine para verilmez.

Lâik devletin camileri, din okulları olmaz.

Lâik devletin ilâhiyat fakülteleri olmaz.

Sistem veya düzen gerçekten lâikse din işlerini ve hizmetlerini devletten ayrı bağımsız, özerk dinî cemaat teşkilâtına bırakır.

Bizde maalesef lâiklik yoktur, lâikçilik vardır.

Bizdeki sistem lâik değildir, “Devlet dini” sistemidir.

Lâik bir sistemde müzmin, bitmez tükenmez bir din-devlet kavgası sürüp durmaz. İki büyük güç olan din ile devlet barışık, uzlaşmış, anlaşmış şekilde yaşar.

Avrupa’da, anayasalarında açıkça lâiklik yazan sadece iki devlet vardır: Fransa ve Portekiz. O iki devlette de, Müslüman kızların üniversitelere ve yüksek okullara başörtüsüyle gidip okumaları serbesttir.

Başörtüsünü yasaklayan siyasî bir sistem veya düzen kesinlikle lâik olamaz.

Gerçek lâiklik din, inanç, inandığı gibi yaşamak hak ve hürriyetlerini kabul eder, inananlara bu hakları sağlar ve din konusunda asla baskı yapmaz.

Demokratik bir sistemde cumhurbaşkanı adayının mutlaka ve mutlaka evrensel insan haklarına ve hürriyetlerine inanmış olması, bunları benimsemiş olması gerekir. Müslüman bir memlekette, dindar olduğu için bir kimsenin cumhurbaşkanlığının engellenmesi hem vahimdir, hem de gülünçtür.

Bir mason cumhurbaşkanı adayı olabilir, bir Müslüman olamaz…Bu ne korkunç bir ayırımdır. Anayasalar değişen, değiştirilen metinlerdir. Onların, kutsal kitaplar gibi değiştirilmeme, yenilenmeme sıfatları yoktur. Üzülerek görüyoruz ki, YÖK teşkilâtı gerçek demokrasiden, gerçek cumhuriyetten, gerçek lâiklikten yana değildir. YÖK siyasî bir parti gibi hareket etmektedir, YÖK serbest düşünceyi temsil etmemektedir. YÖK tabucudur, despottur, baskıcıdır.

Bu haliyle YÖK demokrasinin ve temel insan haklarının önündeki en büyük engeldir. YÖK, resmî ideolojinin bir kalesi ve fidanlığıdır. Tek kelime ile YÖK çağdışıdır.

Evrim Hurafesi

Evrim teorisinin bilimsel bir gerçek olduğu iddiası büyük bir hezeyandır, bir hurafedir, bir safsatadır, bir aldatmacadır.

Evrim teorisi kesinlikle isbat edilememiştir. Bir Müslüman bu teoriyi kabul ederse dinden çıkar. Doğru olan Yaratılış inancıdır. Evrimcilik, Marksizm gibi bâtıl bir dindir, bozuk bir ideolojidir. Okullarda ve üniversitelerde evrim teorisini bilimsel bir gerçekmiş gibi okutmak bir insan hakları ihlâlidir. “Yeryüzünde canlıların ortaya çıkışını evrim teorisi şöyle anlatıyor…” diyebilirler. Ancak, böyle söyledikten sonra evrim teorisine karşı ne gibi tenkitler yöneltildiğini, bu teorinin nasıl çürütüldüğünü de anlatıp söylemeleri gerekir. Bunu yapmazlarsa bilimcilik perdesi altında sahtekârlık yapmış olurlar.

Müslümanları gericilikle, çağdışı olmakla suçluyorlar. Asıl gericiler, asıl çağdışı olanlar Evrimcilerdir. Müslümanlar, çocuklarını evrim teorisi safsatasından, hezeyanından, aldatmaca ve hurafesinden korumalıdır.

Ben fetva verme yetkisine sahip değilim. Gerçek din hocalarına sorulsun: Müslüman bir öğrenci, biyoloji dersinden geçer not alabilmek için, içinden inanmadığı halde evrim teorisini benimsemiş gibi gözükebilir mi, yani bu konuda taqiyye yapabilir mi? Şu anda evrim teorisi Türkiye’de iflâs etmiştir, halkımızın ve gençliğimizin çok büyük kısmı bu saçma teoriye inanmamaktadır, ondan nefret etmektedir. Bunu sağlayan hizmetkârlara teşekkür ve minnet borçluyuz.

Evrim teorisi biyoloji sahasında Bolşevikliğin ikiz kardeşidir. İnanmayınız, aldanmayınız, tuzaklara düşmeyiniz. Güçleri ve haysiyetleri varsa, ciddî ve bilimsel şekilde isbat etmeye çalışsınlar. Evrime inanmayanlara gerici demekle, hakaret etmekle bâtıl ve sapık inançlarını isbat ettiklerini mi sanıyorlar? 07 Nisan 2007