Perşembe

 

Bir toplum, bir ülke medenî ve düzgün müdür, yoksa bedevî ve ilkel midir; anlamak için onun yollarına ve kaldırımlarına bakmak yeterlidir. Zamanımızda, yol ve kaldırım inşası bu konuda çok temel bir ölçü ve kıstastır. Bir ülkenin, bir şehrin yolları ve kaldırımları güzel, vasıflı, sağlam, zevkli, sanatlı, estetik ise oradaki insanlar ve idareciler medenî ve vasıflı kimselerdir. Değilse, halkı ve idarecileri molozdur, vasıfsızdır, kötüdür.

Paris’i geziniz ve yollarına, kaldırımlarına dikkatle bakınız. Ne kadar güzel, ne kadar sağlam, ne kadar sanatlı yollar ve kaldırımlardır onlar. Bir kere yapılırlar, uzun seneler bozulmadan, yamru yumru olmadan, çökmeden, kalırlar.

Eski Roma medeniyet ve nizamının sembollerinden biri de yollarıdır. Bunların bir kısmı iki bin senedir bozulmadan sapasağlam kalmıştır.

İstanbul’da yirmi senedir yol ve kaldırım yapılır durulur. 12 Eylül 1980’den sonra altı ayda, senede bir yaya kaldırımlarının taşları değiştirilmeye başlanmıştı. Meğerse kodamanlardan biri bir kaldırım taşı fabrikası kurmuşmuş…

İstanbul’a çocukken 1940’da geldim. Altmış küsur senedir yol ve kaldırım yapımı bitmez.

Son yıllarda yol ve kaldırım seferberliği iyice hızlandı. Yolları kazıyorlar, kum düşüyorlar. Üzerine parke taşları koyuyor diziyorlar, taşların aralarına mıcır döküyorlar… Oldu bir kaldırım. Birkaç ay geçiyor, yağmur yağıyor, ağır vasıtalar geçiyor, yol yamru yumru oluyor. Bir müddet sonra tekrar söküyorlar, tekrar döşüyorlar. Bu işlerde yüzlerce trilyon dönüyor.

Çin’deki meşhur seddin bir kısmı yapılırken, her akşam o gün yapılan duvarlar müfettişler tarafından kontrol edilir ve bir çivinin gireceği kadar delik bulunursa yapan usta oracıkta idam edilirmiş. Bu yüzden Çin seddi çok sağlam olmuş. Bizde aynı sıkılık ve sertlik olsa hiçbir müteahhit ve usta sağ kalmazdı.

Gündüz farkedilmiyor, geceleyin yollara ve kaldırımlara yatay ışık vurunca ne kadar kötü, ne kadar şişirme, ne kadar baştan savma yapılmış oldukları görülüyor.

Sultan Ahmet, Ayasofya, Topkapı Sarayı civarı sadece İstanbul’un değil Türkiye’nin, hattâ dünyanın sayılı kültür ve medeniyet merkezlerinden biridir. O bölgedeki yollar, kaldırımlar ne kadar kötüdür. Sultan Ahmet Camii’nin avlusu çimentodan yapılmış sun’î taşlarla kaplıdır. Böyle bir eserin avlusu ve çevresi böyle mi olmalıdır? Ülkemiz çok büyüktür, bin çeşit taş bulunmaktadır. O camiin mimarisine, üslubuna en uygun taş hangisi ise ondan yapılan malzeme ile yerlerin kaplanması gerekmez miydi? Ama bizde o kafa, o zevk yok.

Namuslu, inançlı, dürüst, vatansever, vicdanlı idarecileri ve belediyecileri tenzih ederim ama bazı yaygın kötülükleri teşhir etmekten de asla vazgeçmeyeceğim.

– Bu müteahhit bizden, bu işi o yapsın, o para kazansın… Türkiye’yi batıran, bütün işlerin kötü olmasına sebebiyet veren işte bu kafadır. Müteahhit bizim partidenmiş, bizdenmiş, bizim yakınımızmış. binaenaleyh o yemeliymiş. Zıkkım yesin, Cehennem ateşi yesin!

– Yine namuslu ve şerefli belediyecileri ve idarecileri tenzih ederek şu hususu da açıklamak istiyorum: Bazı işlerden, ihalelerden yüzde on peşin komisyon alınıyormuş…

– Partiden, yârandan, yakınlardan birinci müteahhit işi alıyor, bizzat kendisi yapmıyor, ikinci bir taşeron müteahhide veriyormuş. Bu da büyük bir yamukluktur.

Yeşilköy Havaalanı dış seferler binası birkaç sene önce hizmete açıldı. Mimarlık bakımından o ne büyük bir faciadır. Bizim büyük bir mimarlık, şehircilik, sanat birikimimiz ve mazimiz vardır. Muazzam paralar harcanan o binayı niçin bizim kendi kimliğimize, kendi mimarîmize, kendi sanatımıza göre yapmadılar? Çok yazık! Bu memlekette millî tarihten, mazimizden, atalarımızdan, millî kimliğimizden, millî kültürümüzden, millî sanatımızdan nefret eden bir zihniyet var.

Kocaman, dev binalar yapılıyor, mimarîlerinin üslubu yok. Venezuela binası mı, Moğolistan binası mı, Vietnam binası mı anlaşılmıyor.

Birkaç ay önce kardeş Azerbaycan’ın Başşehri Bakü’ye iki günlük bir seyahat yaptım, orada ikamet eden bir dostumuzun delaletiyle o güzel şehri dolaştım. Bakü’nün mimarisine hayran kaldım. Azeriler mimarlık, lisan, edebiyat, müzik, güzel sanatlar, sahne sanatları, opera konusunda bizden çok daha ileri ve başarılılar . Bakü’de yeni yapılan binalar klasik üslupla yapılıyor, cephelerine taş kaplanıyor, pencerelerine klasik ve geleneksel bir tasarım tatbik ediliyor. Birçok sokak ve caddeler, üzerlerinde meyveleri bulunan zeytin ağaçları ile kaplıydı. Gerçi orada da şehrin dış mahallelerinde berbat, korku ve kasavet veren dev mesken blokları inşa edilmeye başlanmış. Türk müteahhitlerinin yaptıkları binalar!

Bir Sultanahmet’teki, şimdi beş yıldızlı bir otel olarak hizmet gören eski Sultanahmet Cezaevi binasına bakınız, bir de Çankaya’daki Cumhurbaşkanlığı köşküne. Yakın tarihimizdeki mimarlık ve zevk yıkımını anlamış olursunuz. Sultanahmet’teki güzel, sanatlı, zevkli bina nihayet bir cezaevi binasıdır. Ama Osmanlılar, devletin can çekiştiği bir zamanda o binayı bir mimarlık âbidesi olarak dikmeyi becermişlerdir. Çankaya Köşkü için fazla konuşmayacağım, zülf-i yâre dokunabilir. Yolunuz o taraflara düşerse ibret gözüyle iyice bakın derim sadece…

Biz mimarlık şehircilik, estetik, zevk konusunda niçin bu derece geri ve kötü duruma düştük? Belli başlı sebeplerini müsaadenizle sayayım:

1. Göçebe ve bedevî zihniyetinin hâkim olması.

2. Şifahî kültür.

3. Yabancılaşma. Tarih, kültür, kişilik bakımından kopukluk olması.

4. Vasıfsız ve ayakbağı ideolojilere saplanıp kalmak.

Yakın tarihimizde bu ülkede on bin Osmanlı mimarlık eseri yıkılmış tahrib edilmiştir. 1940’lı yıllarda Sultan Ahmet Camii bile asker deposu yapılmıştı. Sadece Eminönü ilçesinden yüz on küsur cami yok edilmiştir. Tahribat ve sabotaj devam etmektedir. Eminönü Yemiş İskelesindeki Ahi Çelebi Camii çökmek üzeredir. Çökmesin diye bina duvarları demir çemberlerle sarılmıştır. Cağaloğlu’ndaki hamamın karşısındaki yıkık medrese ağlayan siyah çehresi ile çökmeyi bekliyor. O medresenin, Ahi Çelebi Camii’nin yerlerinde Bizans veya Roma harabeleri olsaydı öyle mi bırakılırlardı?

Çoğumuz kanıksamışız, alışmışız, üzülmüyoruz bile. İşte bir ülke böyle çöker, böyle batar, bu şekilde betonlaşır, ruhunu kaybeder. 17 Ocak 2003