Müslümanların işlerinin futbol kulübü gibi idare edilmesinden daha saçma ve beyinsizce bir şey olamaz. İslâm, insanlığı mutluluğa götüren bir yoldur. İslâmî hizmetler, faaliyetler, işler Kitabullah’ın, Peygamberin sünnetinin, on dört asır boyunca gelip geçmiş Sâlih Seleflerin metodunun ışığında yapılmalıdır. Birtakım beyinsiz, şarlatan, soytarı, arrivist, üçkâğıtçı adamlar çıkmışlar ve Müslümanları futbol kulüplerine benzeyen cemaatlere, hiziplere, fırkalara, gruplara ayırmışlar; tek bir Ümmet olması gereken mü’minler topluluğunu parçalamışlar, tefrikaya düşürmüşler, sersemletmişler ve dinî hizmet ve faaliyetleri dejenere etmişlerdir. Filanca hocaefendi çok güçlü, çok zengin, çok ünlü olacakmış. Bunun İslâm’a ve Müslümanlara ne faydası vardır? Falanca adam İslâm’ı ve Müslümanları âlet ederek şahsî ihtiraslarını tatmin edecek, havalara çıkacakmış. Bunun Ümmet-i Muhammed’e ne yararı olacaktır? İslâmî hizmetleri ve faaliyetleri mıncıklayarak bazı adamlar ülkenin en zengin 100 kişisi listesine girmişlerdir. Böyle bir zenginliğin İslâm’a ve Müslümanlara ne yararı olmaktadır? Peygamber aleyhissalatü vesselam vefat ettiğinde zırhı, birkaç ölçek buğday (bir rivâyette arpa) mukabilinde bir Yahudide rehin bulunuyordu. Peygamber zırhını niçin rehin vermek zorunda kalmıştı? Çünkü evinde kendisi ve hanımları için yiyecek yoktu. Onu temin için bu yola başvurmuştu. Bugün o yüce Peygamberin yolundan gittiğini iddia eden bazı sahte mehdiler, sahte şeyhler, gavslıkları ve kutublukları kendilerinden menkul adamlar nasıl oluyor da trilyonlarla, milyarlarca dolarla oynuyorlar? Ben, Allah’ın Kitabına, Peygamberin Sünnetine, Sâlih Seleflerin prensiplerine uygun şekilde hizmet veren hakikî ulemanın ve hakikî şeyhlerin ellerini değil, ayaklarını bile öperim. Lakin, sömürücülere asla hürmet etmiyorum. Bu dini, dinsizler değil, asıl onlar darbeliyor. Birtakım küçük adamlar, nefsânî ihtiraslarını, dünyevî şehvetlerini tatmin edecek diye dinimin, mukaddesatımın mıncıklanmasına kayıtsız kalamam. Din rantıyla zengin olanlara lânet olsun! İslâm’a hizmet edeceğiz diye ortaya çıkıp da, bozuk düzenin zehirli kemiklerini yalayanlara yuf olsun! Biz İslâm’a hizmet ediyoruz diye kendi reklamlarını yaparken, perde arkasında bir sürü gayr-i meşrû iş beceren, hortumlayan, götüren, Müslümanlardan ganimet toplayan, Ümmet-i Muhammed’i aldatan, mü’minleri çıkmaz sokaklara sürükleyen güruhlara yazıklar olsun! Futbol kulübü tutar gibi cemaat, tarikat, hizip, fırka, grup tutanlara yuf olsun! Peşlerine taktıkları Müslüman kütleleri afyonlayan, zombileştiren, robotlaştıran, futbol hooliganı haline getiren sefiller kahrolsun! Ev halkına birazcık ekmek tedarik etmek için, birkaç ölçek buğday karşılığında zırhını bir Yahudiye rehin bırakan Resûlullah’ın, Fahr-i Kâinatın dinine, sünnetine hıyanet edenler yarın Mahkeme-i Kübra’da nasıl hesap verecekler? Kur’ana, Sünnet’e geçmiş İslâm büyüklerinin metod ve prensiplerine uyulmuş; tek bir Ümmet haline gelinmiş; Müslümanların başına bir İmam-ı Kebir seçilmiş ve ona itaat edilmiş; din işleri Ümmet’in ehil kişileriyle istişare edilerek görülmüş; toplanan katrilyonlar, milyarlarca dolar akıllıca, plan ve program dairesinde, danışılarak, ehemm mühimme tercih edilerek, şahsî ihtiraslar ve şehvetler aradan çıkartılarak harcanmış olsaydı Müslümanlar şimdiye kadar çoktan kurtulmuş, selâmet sahiline çıkmış, izzete kavuşmuş olurlardı. Bastıkları yerde ot bitmeyen sefiller bu dine, bu Ümmet’e büyük zarar vermişlerdir. İslâm dinine muhlisen lillah, istikamet ile hizmet edenlerin ellerinden ve ayaklarından öpüyor; yüce dinimi istismar eden arrivist, sömürücü, soytarı, üçkâğıtçı, hokkabaz şarlatanlara da lânet ediyorum.

Haykırmak Zamanıdır

HUKUK sınırları içinde kalmak şartıyla son derece cesur, son derece gözükara, son derece kararlı olmak gerekir. Bununla birlikte, itidali, ihtiyatı da elden bırakmamalıdır. Her gerçek her zaman söylenmez ama bugün gerçekleri haykırmak zamanıdır. Mızmızlık, mıymıntılık, korkaklık, ödleklik bir şey kazandırmaz. İlmin, irfanın, hikmetin ışığında, söylenilmesi gerekli olan gerçekler bugün söylenmezse ne zaman ifade edilecektir? Birtakım adamlar ve zümreler demokrasiyi dillerine dolamışlar, ucuz ve sahte bir demokrasi edebiyatı yapıyorlar. Onlara demokrasinin ne olduğu ve ne olmadığı en yüksek kültür ile anlatılmalıdır. Bugünkü resmî ideolojili demokrasinin güdük, kısıtlı, kuşa çevrilmiş, yetersiz bir demokrasi olduğu, inkâr edilemeyecek bir şekilde beyan ve isbat edilmelidir. Demokrasi istiyorlarsa işte Amerikan, İngiliz, İsveç, Norveç, Avusturya ve diğer medenî ülkelerin demokrasileri. Buyursunlar bizde de onun gibi bir demokrasi olması için çalışsınlar. Hem demokrasi olacak, hem de Müslüman halk din ve inanç hürriyetinden, inandığı gibi yaşamak hakkından mahrum edilecek. Böyle demokrasi olmaz. Altmış milyonluk bir millet, birkaç yüz bin kişinin keyfine göre idare edilir ve çoğunluğun hakları çiğnenirse o sistem demokrasi değildir. Hukuk diyorlar. Samimî iseler, zorbalıkları bıraksınlar ve hukuku Türkiye’nin birinci gücü haline getirsinler. Laiklik diyorlar. Buna yürekten inanıyorlarsa, devletle din işlerini birbirine karıştırmasınlar. Resmî Diyanet’i, resmî camileri, resmî din görevlilerini, resmî İmam-Hatip okullarını, resmî İlâhiyat fakültelerini, resmî din derslerini kaldırsınlar. Din ve ibâdet işlerini, din eğitimini, din okullarını, din fakültelerini, dinî vakıfları, camileri Müslümanlara bıraksınlar. Müslümanların da, Ermeniler ve Yahudiler gibi kendi seçtikleri din büyükleri olsun. Medeniyet medeniyet diyorlar. Medeniyet istiyorlarsa ABD’ye, İngiltere’ye, İsviçre’ye baksınlar ve oralardaki hürriyeti, hukuku, eşitliği bize de getirmeye çalışsınlar. Türkiye’deki on milyonlarca Müslüman halk, birkaç on bin kişiden ibaret olan Farmasonlar, Sabataistler, Rotaryenler kadar hür, eşit, güvenli değilse bu ülkede demokrasi, hak, hukuk olduğundan bahsedilebilir mi? İki seneden beri ülkemizde demokrasi, hukuk, laiklik, temel insan hakları ağır tehditler altındadır. Türkiye diktatörlük karanlıklarına götürülmek isteniyor. Şimdi susmak zamanı değildir. İlmin, irfanın, kültürün, hikmetin ışığında konuşmak, tartışılmak, sorgulamak, itiraz etmek zamanıdır. Konuşması gerekenler konuşmalıdır. 03 Ağustos 1998 Pazartesi