İslâmî faaliyet ve hizmetler denilince ilk plânda câmi yaptırmak, din okulu kurmak, imamlara meşruta inşa ettirmek, şadırvan, Kur ân kursu ve sâire gibi şeyler hatıra gelmemelidir. Hizmet ve faaliyetlerin birinci maddesi “işe yarar, güçlü. bilgili, olgun. çağ seviyesinde, müessir (efficace) tuttuğunu kopartan, ihlâslı, İslâmî hiyerarşi içinde yerini almış” Müslüman adamlar ve bunlardan müteşekkil kadrolar kurmaktır. İslâmî nizmet ve faaliyetlerin hedefi hayata hâkim olmak, İslâmı temsil etmek, uygulamak ve uygulatmaktır.
Müslümanlar kutlevî bir şekilde üniversitelerde talebe okutmak işinde çok gecikmişlerdir. Başlangıçta bütün enerji ve imkânlar ibadethâne, din mektebi ve kursu gibi hizmetlere yöneltilmişti. Çok vakit geçtikten sonradır ki üniversitelere yönelindi. Bugün lehulhamd çeşitli üniversite ve fakültelerde yüzbinlerce Müslüman talebe okutulmaktadır. Fakat hâlâ plân, program ve strateji yoktur. Nasıl mı?
- Üniversitede talebe okutmayı birtakım gençlere burs vermek, iâşe ve ibâte (yeme. içme, barınma) imkânları sağlamak şeklinde anlıyoruz. Bu. kemmiyet (kantite, kelle sayısı) bakımından verimli olur ama keyfiyet açısından bize fazla bir şey kazandırmaz. Çünkü mevcut üniversitelerimizin kalitesi çok düşüktür. Bunlar diploma verirler ama çağ seviyesinde, uluslararası standartlarda uzmanlık tahsili veremezler.
- Ayda birkaç yüz bin liralık burslar veya geçim imkânları sağlamakla iş bitmiyor. Okuttuğumuz öğrencilere, üniversitenin dışında bir «PARALEL EĞİTİM» vermek için tedbir almalıyız. Diyelim ki, hukuk fakültesinde okuttuğumuz öğrencilere bir yandan, (a) genel kültür öbür yandan, (b) hukuk ihtisası ile ilgili özel dersler ve eğitim Burs dağıtmak barındırmak, yemek vermek oldukça kolaydır ama bu ikinci maddede saydığım işler hayli güçtür Ama bunu sağlayamazsak, bu üniversite mezunlarıyla kuracağımız kadrolar zayıf olacak, beklenen hizmetleri veremeyecektir.
- Ülkeyi elaltından idare eden mutlu-putlu azınlık masonlar, dinden uzaklaşmış yüksek burjuva, düzen anstokrasisi tâbir câizse yerli nomenklatura, bir kısım çocuklarını batının seçkin üniversitelerinde okutmakta yahut yükse lisans ve doktora yaptırmaktadır. Gazetelerde İsim ve resimlerini gördüğümüz yüksek makamlara paraşütle indirilen “prensler”, genellikle Amerikan üniversitelerinde yetiştirilmiş özel kişilerdir. Bizim buna paralel bir faaliyetimiz yoktur.
- Yüksek tahsil yaptırdığımız gençleri hangi çevrelerden ve sosyal sınıflardan seçiyoruz? Biz genellikle köylerden, kırsal bölgelerden, gecekondu muhitlerinden, küçük kaza ve kasabalardan, fakir âilelerden, marjinal sınıflardan genç devşiriyoruz Çünkü, bunları ayda birkaç yüz bin lira ile kazanabiliriz. Ama bazı müreffeh, yüksek, varlıklı tabakaların çocukları vardır ki onları parayla, bursla, yurtla, yemekle kazanmak mümkün değildir. İstanbul’dan bazı semt isimleri vereyim: Etiler, Üstbebek, Tarabya sırtları, Florya. Ataköy, Yeşilköy, Bağdat Caddesi, Kalamış, Dalyan, Dragos Tepesi. Buralarda oturan zengin ve nüfuzlu âilelerin çocuklarından kaç kişi devşirebilmişizdir? Hemen hemen hiç. Halbuki buralarda çok zeki, kabiliyetli, imkânlı, babaları ve âileleri dolayısıyle yetişip ve yükselmeleri kolay olacak, ileride İslâm’a büyük hizmetler yapabilecek gençler vardır. Ancak bunlar parayla, yurtla değil, başka vasıtalarla dâvâmıza çekilebilir: Kültür, sanat, yüksek ahlâk, karakter ve kişilik, dostluk, sevgi, karizma. Bizim cephede bunlar yoksa, onlar bizim yüzümüze bile bakmazlar.
- Son yıllarda isminden çok bahsedilen bir «Hoca» var, önceleri ehlisünnet dairesinde hak yolda idi, sonra ne oldum delisi olup sapıttı ve yoldan çıktı. Bunun en büyük başarısı, zengin, nüfuzlu, üst tabaka, seçkin âilelerin çocuklarını İslâm’a çekmek olmuştur. Meselâ büyük masonların, iri bürokratların, Karun gibi zengin kişilerin, yüksek sosyetenin, basın derebeylerinin çocuklarını çekebilmiştir. Bu “Hoca” şimdi sapıtmışsa da metodu bizim için hâlâ geçerlidir. («Hoca» sapıttıktan sonra, etrafındaki gençlerin bir bölümü onunla alâkalarını keserek, ehlisünnet ve Şeriat dairesinde kalmışlardır. Darısı geride kalanların başına.)
- Bahsettiğim yüksek, seçkin varlıklı tabakaların çocuklarını İslâm’a çekebilmek, kuracağımız kadrolara onları da yerleştirebilmek, bu çocukların bir kısmından süperler, prensler yetiştirebilmek için onlara hitab edebilecek üstün dâvetçilerimiz, kaliteli dergi ve gazetelerimiz, seviyeli kitap ve broşür yayınlarımız, ilgi duyacakları kültür ve sanat faaliyetlerimiz olmalıdır. Bu hususu, Müslüman cemaat ve fırka liderlerine hatırlatmayı bir vazife bilmekteyim. Ancak bu, bir maddî imkân meselesi değil, bir kalite ve kişilik meselesidir.
- Vakit namazlarında gittiğim câmilerde, genç Müslüman görmemekteyim. İstisnaî olarak tek tük gence rastlıyorsam da, onlar da umumiyetle orta ve fakir sınıfların çocuklarıdır. Bu memlekette, hele büyük şehirlerimizde diskotekler, kafeteryalar, yazın plajlar, kışın kapalı spor salonları, sinemalar, tiyatro ve konser yerleri, kantinler cıvıl cıvıl işe yarar gençlerle doludur. İsterseniz, bunların hepsine birden “diskotek çocukları” diyelim ve hayatî meseleyi ifade edelim: Bu diskotek çocukları için ne yapıyoruz? «Bırak şu diskotek çocuklarını sen de!” demek bir aczin, bir vazifeden kaçışın, bir iflâsın itirafı mahiyetinde olur. Biz bu çocuklara ulaşabilmeli, onlara «anlayabilecekleri dilde” İslâmî anlatabilmeli, nasibi olanlara hidâyetine vesile olabilmeliyiz. Yapabiliyor muyuz bu hizmet ve faaliyetleri? Maalesef…
- Câmilerde genç kalmadığına göre, şu anda İslâm’a çağırılacak yetenekli, imkânlı, istikbali parlak elemanları devşirmek üzere icabında diskoteklere ve benzeri batakhanelere kadar uzanan bir himmet ve dâvet kolumuz olmalıdır. Bunu yapabilirsek, oralardan Hak Dâvâ’ya ileride çok hizmet edecek nice Ömer’ler çıkacaktır. «…Hoca»nın yapabildiğini niçin bazı ehlisünnet temsilcileri yapamasınlar? Lâkin bunu başarabilmek için her şeyden önce karizmatik ve çok etkin kişiliğe sahip mümessiller (İslâm temsilcileri) gerektir. Bizde böyle temsilciler var mıdır? Bu iş için neler yapmak gerekir? İşte üzerinde durulacak konular.
- Yazımın baş taraflarında, ayda birkaç yüzbin liralık sefil burslarla adam yetişemeyeceğini belirtmiş ve paralel eğitimden bahsetmiştim. Paralel eğitim için hiçbir öğrenciye doğrudan doğruya para verilmez, ancak onun için para harcanır. Bu iş de ayda birkaç yüz bin lira ile yapılamaz. Bugün yetenekli bir gence paralel eğitim verebilmek için ayda en az iki milyon lira civarında bir meblağ gerekir. Bununla o gence (dört yıllık tahsil hayatı esnasında) en az üç yabancı dil, mükemmel Osmanlı okuma ve yazma, lisede öğrenemediği uluslararası seviyede genel kültür, ayrıca fakültede okutulup da doğru dürüst öğretilemeyen derslerle ilgili bilgiler, sanat ve estetik birikimi edinebilmesi için tek başına veya üç-beş kişilik gruplar halinde özel dersler aldırılacaktır, iş bununla da bitmez. Ayrıca gencimize iyi konuşabilmesi için diksiyon dersleri, görgü ve güzel giyinme kursları, sosyal psikoloji bilgileri de verilmelidir. Başarılı bir idarecilik (meselâ kaymakamlık) hayatı için Siyasal Bilgiler diploması yetişmez. Gittiği yerde çeşitli etnik gruplara, çeşitli dinî mezheplere, sünnî kesim içindeki çeşitli meşreb ve cemaatlere karşı nasıl davranacak, onların güvenini nasıl kazanacaktır? Solcu, sosyalist, ateist, kızılbaş unsurlara karşı davranışları nasıl olacaktır? Kendisinin dindar olduğunu anlayıp etrafını çevirmeğe kalkan ve hizmet ve faaliyetlerine gölge düşürecek olan kailitesiz marjinal dindar çevrelerle araya nasıl mesafe koyabilecektir? Kendisine karşı cephe alacak kişi ve gruplara karşı ne gibi tedbirleri olacaktır? Bölgesindeki rafızîlere, kendisi için nasıl «biz bunun kadar iyi bir yezit görmedik!” dedirtebilecektir. Vazife ve hizmetlerindeki dürüstlük, başarı ve titizliğinden dolayı düşmanlarının bile övgü, güven ve alkışlarını nasıl elde edebilecektir? İşte bunlar ve bunlara benzer birçok üstünlükler, Siyasal Bilgiler’de okuyan gencimize, «özel ve paralel eğitim» yoluyla kazandırılabilir. Aksi takdirde, kuracağımız kadrolar yetersiz, başarısız ve kalitesiz kalmağa mahkûmdur.
- Uzun yıllardan beri en zeki, kabiliyetli, cevherli gençlerimizi tıb ve mühendislik eğitimine yönlendiriyoruz. Bu hal, plânsızlık ve programsızlığımızın, bir stratejiye sahip olmadığımızın yeterli delilidir. Şu anda, Müslüman mühendis ve tabibe doymuş durumdayız. Şimdi gözlerimizi eğitim, siyasal bilgiler, hukuk, tarih, edebiyat, iktisat sahalarına çevirmemiz gereklidir. Şu ana kadar, arkeolog yetiştirmediğimiz için Müslüman bir kültür bakanı, müzelerin başına getirecek dindar eleman bulamamıştır. İdealist gençlerimiz çok para getirecek itibarlı mesleklere değil çok hizmet etmeğe müsait mesleklere yönlendirilmelidir. Daha lise çağlarından itibaren gençlerimize idealizm, hizmet aşkı, feragat ve fedakârlık ruhu aşılamalıyız. Hizmeti çok olan az gelirli memuriyetlere zengin çocuklarını yönlendirebiliriz. Bir de meselâ hukuk fakültesinde okuyan çok yetenekli, üstün zekâlı ve cevherli çocuklarımıza fakülteyi bitirdikten sonra yüksek lisans ve doktora yaptırarak, onlara hâkimlik ve savcılık yolunda parlak bir istikbal sağlayabiliriz. Yine, en uygun ve en üstün kabiliyetli gençlerimizi asistanlık için hazırlamalıyız. Seçkin ve soylu Muslümanlar için yüksek tahsilden maksat ileride çok para kazanmak, iyi bir hayat sürmek değil, Hakka daha çok ve kaliteli hizmet vermektir.
27.10.1991