Cuma

 

İstanbul’da cayır cayır korkunç ve dehşetli gökdelenler yapılıyormuş… Ülke otoyollar ağına sahip olmuş… Yüze yakın üniversitede gece gündüz resmî ideoloji telkinleri ve şırıngaları uygulanıyormuş… İhracat 80 milyar dolar, ithalat 130 milyar dolar olmuş… Dünyanın en pahalı ve lüks otomobilleri bizdeymiş…Türkiye çağ atlıyormuş…

Bunlar bir ülkenin sağlıklı ve dengeli oluşuna, geleceğinin parlak oluşuna delil teşkil etmez.

Roma imparatorluğunun, batış yıllarında orada dünyanın en mükemmel yolları vardı. Bizim gökdelenlerimizden bin kere üstün ve sanatlı mermer binaları vardı. Hukuku vardı, kültürü vardı, sanatı vardı ama yine de battı.

Ülkemiz şu anda sağlıklı değil, berbat şekilde hasta bir toplum manzarası sergilemektedir. Şu aşağıda saydığım şeylerin bir tanesi bile bir memleketin batmasına yeterlidir:

(1) Kokuşma devam etmektedir.

(2) Emanetler (makamlar, mevkiler, memuriyetler, başkanlıklar, vazifeler, hizmetler vs) ehil olanlara değil, olmayanlara verilmektedir.

(3) Haram yeme yaygınlaşmıştır.

(4) Ülke ve halk IMF ve faiz tuzağına düşmüştür.

(5) Eğitim çökmüştür. Bırakın kültür vermek, yeni nesiller dedelerinin mezar taşlarını okuyamayacak kadar cahil yetiştirilmektedir.

(6) Üniversiteler, resmî ideoloji fidelikleri haline getirilmiştir.

(7) Vasıfsızlık bütün ülkeyi ve işleri kesif bir sis gibi kuşatmıştır. Başbakan bayılıyor, apar topar hastahaneye koşturuluyor. Hastahane önünde makam arabasının kapıları kilitleniyor ve bütün sorumlular ve vazifeliler kapalı kapılar önünde avaz avaz, ciyak ciyak on dakika bağırıp çağırıyor, koşuşturuyor, en sonunda bir inşaattan bir balyoz getiriliyor ve camlar kırılarak baygın başbakan zor zahmet dışarı çıkartılabiliyor. Bütün işlerimiz böyledir.

(8) Bütün uzmanlar tehlike çanları çalıyor, İstanbul’un büyük bir zelzele tehdit ve tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu haykırıyor. Yedi seneden beri doğru dürüst bir tedbir alınmıyor.

(9) PKK terörünün gölgesi altında ve tozu dumanı içinde akıllara durgunluk verecek miktarda uyuşturucu ve silâh kaçakçılığı yapılıyor, bu işte milyarlarca dolar dönüyor. Bu durum uzun yıllardan beri devam ediyor. Pisliği kamuoyuna duyurmak isteyen bir gazetecinin otomobiline bomba konularak havaya uçuruluyor.

(10) İnsan hakları ihlâlleri almış yürümüş. Vatandaşlar dinî inanç ve kanaatlerinden ötürü dışlanıyor, cezalandırılıyor.

Bunca rezalet ve kepazelik içinde birileri kalkmış “Her şey yolundadır. Pembe ufuklara dört nala koşuyoruz. Çağdaş uygarlık semalarına füze gibi fırlıyoruz. Ülke güllük gülistanlıktır. Herşey yolundadır. 21’inci yüzyıl Türk yüzyılı olacaktır…” gibi lâflar ediyor.

Birtakım adamlar Türkiye’nin selametini Avrupa Birliği’ne girmekte görüyor. Selâmet dışarıdan ithal edilen bir şey değildir. Selâmetin şartları, sebepleri vardır. Onlara tevessül eder, o şart ve sebepleri oluşturursun, ondan sonra selâmet teşrif eder.

Türkiye’nin selâmetinin şartları ve sebepleri nelerdir?

* Birincisi bilgidir, kültürdür, ilim ve irfandır. Millî eğitimin genç nesillere bunları kazandırması gerekir.

* İkincisi ahlâktır, fazilettir, doğruluktur, dürüstlüktür. Ülkede iyi vatandaşlar, iyi insanlar olmasıdır. Bir yer ki, oranın halkı birbirinin meleği değil, tam aksine kurdudur, orada ne selâmet olur, ne dirlik düzenlik.

* Üçüncüsü güzelliktir. Sağlıklı, dengeli, geleceği parlak bir ülke güzel olur. Evler güzel, resmî binalar güzel, yollar güzel, dükkânlar güzel, insanlar güzel, evlerin içi ve dekorasyonu güzel.

Bir ülkede bilgi ve ahlâk olsa, fakat güzellik ve estetik olmasa orası yine bozuktur, hastadır.

Sağlıklı ve dengeli bir ülkede birtakım “emniyetler” (Güvenlikler) olması gerekir. Bunları da sayayım.

(1) Can güvenliği… (2) Mal güvenliği… (3) Irz, namus ve neseb güvenliği… (4) Din, iman, inandığı gibi yaşamak güvenliği… (5) Millî kimlik ve kültürü korumak, yaşatmak, geliştirmek güvenliği…

Bunlar var mı bizde? Başını örten kız öğrenci güvenlik içinde tahsil yapabiliyor mu? Bir elinde pahalı bir cep telefonu, öbür elinde içi dolar dolu şeffaf bir çanta ile bir vatandaşı Taksim’den Tünel’e kadar yürütebilir misiniz? Adamcağızı veya kadıncağızı daha Galatasaray’a varmadan perişan ederler, çantasını ve cebini gasb eylerler, direnirse öldürürler. Polis mi? Polis kendi canını kurtarmaya baksın. Son yıllarda kaç polis öldürüldü biliyor musunuz?

Toplumumuz çözülme halindedir!..

Bizi ayakta tutan bütün değerler tahrip edilmiştir. Kasıtlı şekilde…

Şu Müslüman ülkede, İngiltere’deki Müslümanlar kadar hakkımız hürriyetimiz yoktur. Güvenliğimiz tehdit altındadır.

Bir bürokrat düşünün. Ehliyetli, çalışkan, dürüst ve temiz. Bu kişi, sırf karısının ve kızının başı örtülü diye engelleniyor, köstekleniyor, işinden edilmeye çalışılıyor.

Böyle bir rezâlet, İslâm âlemine zulm eden ABD de bile yoktur.

Bu memleketin, bu halkın, bu devletin geleceğinin parlak ve pembe olması için ilim, irfan, kültür gereklidir; 1928’den önce yazılmış ve basılmış kitapları okuyamayan bir ülkenin geleceği parlak değil, karanlıktır.

İslâm, Türkiye’nin varoluş faktörlerinin birincisidir. Bu ülkede İslâm, öcü gibi görülür ve gösterilirse bunun sonu büyük kalkınma değil, büyük yıkımdır.

Çoğunluğu teşkil eden dindarlara, mütedeyyin Müslümanlara iç-düşman gözüyle bakılmasından daha büyük bir felâket olamaz bu topraklarda.

Kendi halkının çoğunluğuna gerici diyen, onları tehdit ve tehlike olarak gören zihniyet yaşatıcı değil, öldürücüdür.

Türkiye’yi küçük düşürenlere düşünce özgürlüğü var, geleneksel kültüre bağlı olanlara o kadar hürriyet yok… Anayasa bütün vatandaşlar hukuk ve devlet karşısında eşittir diyor ama uygulamada bazıları ve birileri “DAHAEŞİT”. Çoğunluk ikinci sınıf vatandaş, sömürge yerlisi, gerici, zenci, parya…

Her sahada çifte standart var… Lüks, israf, aşırı tüketim, gösteriş almış yürümüş… Gelir dağılımında korkunç adaletsizlik görülüyor. Zengin olan, güçlü olan her haltı yiyor.

Bir ülkede, halka ve devlete hakkıyla hizmet edecek

yeterli

sayıda

vasıflı

idareci ve aydın yoksa, o ülke, mantargibi biten gökdelenlere rağmen batmaya mahkûmdur. 18 Kasım 2006