Pazar

 

Yunanistan bizim komşumuzdur. Aramızda hayli farklılıklar vardır, tarihî çatışmalar olmuştur, hâlâ da gerginlik bulunmaktadır. Bunlara rağmen ben iki ülke arasında vizenin kalkmasını, alabildiğine iktisadî, ticarî, turistik, kültürel alışveriş ve işbirliği yapılmasına taraftarım.

Yunanistan’la Türkiye’nin arasını gerenler beynelmilel

(uluslararası)

silah tacirleridir.


Sadece onlar değil. Büyük emperyalist güçler ve Siyonist Sanhedrin de bu gerginliği, peşpeşe gelen krizleri kışkırtıyor.

Yunanistan Avrupa Birliği üyesidir. Refah, demokrasi, insan hakları, adil yargılanma bakımından bizden üstündür.

Medeniyet, kültür, eğitim, sanat bakımından da üstündür.

Orada bizde olduğu gibi müzmin bir din-devlet savaşı, çekişmesi, düşmanlığı, laiklik yoktur.

Bir ara Batı Trakya Müslümanları büyük baskılar altındaydı. Öyle ki, evinin damı akan bir Müslüman usta getirtip veya bizzat kendisi çıkarak kiremitleri düzeltemiyordu, evinin bahçesine bir kümes veya kömürlük yapamıyordu. AB’ye üye olduktan sonra bu kötü durum düzeldi.

Ankara’daki Avdetîler yıllar boyu Batı Trakya Müslümanlarının dinden uzaklaşması, Türkiye’deki resmî ideolojiyi kabul etmeleri için çalıştılar ve maalesef büyük tahribat yaptılar.

Avdetîler, Batı Trakya Türklerinin cahil kalması, bu bölgenin iki ülke arasında bir tampon bölge olarak daimî şekilde gerginlik kaynağı olması için çalıştılar. Türklerin ve Müslümanların tütün rençberi, köylü, ilkokul mezunu, kırsal kesim kültürü sahibi olarak kalmasında yarar gördüler. Bu siyaset Müslümanları geri bıraktı.

1975’ten beri orada Müslümanlık, İslâm kültürü zayıflıyor.

Her neyse, biraz da Yunanistan’ın umumî ahvalinden bahs edeyim.

Yakın zamana kadar Yunanistan’ın resmî stratejisinde birinci madde “Türk tehlikesi” idi. Şimdi bu tehlike ikinci plana atılmıştır. Şimdi birinci madde “Nüfusun azalmasıdır”. Evet, resmî istatistiklerde nüfus 10 milyondan fazla görünse de 9,5 milyona inmiştir. Çünkü refah, hedonizm, keyif kültüründe fazla çocuk yapılmaz, insanlar pelteleşir. Ekmek elden su gölden, niçin çocuk yapsınlar?

Yunan makamları nüfus açığını kapatmak için civardaki ülkelerden, bilhassa Arnavutluk’tan Hıristiyan halk getirmeyi düşünüyor. Taşıma su ile değirmen döner mi?

Türkiye ise, maşaallah tavşan gibi ürüyor. Bundan 30 sene kadar önce, Vehbi Koç’un başını çektiği bir kampanya ile Müslüman Türklerin çoğalması frenlenmişti. Bu işte hayli başarılı oldular ama gene de çoğalıyoruz… Konuyu fazla açmak istemiyorum, Vehbi Koç’un Yunanistan ile yakın alakası vardır. Sadece Madam Despina değil…

Yunanistan’ın toplumsal yapısı bize benzemez. Orada öğleyin saat 1’den sonra hayat durur. Herkes bir kenara köşeye çekilir ve siesta (keyif) yapar. İkindiden sonra uyanırlar ve gece yarılarına kadar halkın bir kısmı vur patlasın çal oynasın… Kafeler, tavernalar, lokantalar, keyif ve eğlence yerleri ışıl ışıldır, dopdoludur.

Bu kültür, bu hayat tarzı Yunan halkının büyük bir kısmını avare yapmıştır.

Girit’e gittiğimde, bizi gezdiren rehber hanımın yaşlı annesi kaldığımız otele ziyaretimize gelmişti. Erkeklerin ellerini sıkmış, kadınlarla sarılıp öpüşmüştü. Ataları Batı Anadolu sahillerinden gelmiş. Bir ara o kadar heyecanlanmıştı, gözlerinden yaşlar akmıştı. O, çilekeş bir Rum hanımdı. İyi bir anne, iyi bir ev hanımı, iyi bir kadındı. Yeni nesiller öyle değil. Aşırı süs, aşırı makyaj, aşırı eğlence düşkünlüğü, aşırı seks… Eskilerle yeniler bir değil.

Yunanistan’ın geleceği parlak değil.

Nüfuslarının artmaması, aksine azalması birinci tehlike.

Hedonist hayat felsefesi, zevk ve haz kültürü, vur patlasın çal oynasın… ikinci tehlike.

Lüks, konfor, aşırı tüketim, gevşeklik üçüncü tehlike.

Yunan toplumu zahirde dinine bağlı görünüyor ama, gerçekte öyle değil. Din, orada bir merasimden ibaret. Yunan halkının büyük kısmı Ortodoks kilisenin öğretilerine ters bir hayat sürüyor. Dinî ahlak ve faziletler gerilemiş. Hıristiyanlığın, bilhassa Ortodoksluğun da sıkı bir ahlakı var. Artık bunlara uyulmuyor.

Yunan Kilisesi oldum olası aşırı milliyetçidir. Neredeyse milliyetçilik dinin üzerine çıkmıştır onlarda. Tabiî, bu da zararlı oluyor.

Osmanlı imparatorluğunda milletler sistemi vardı. Birinci millet “İslâm milleti” idi, ikincisi “Rum milleti”. Patrikhane devlet içinde devletti. Patrik hem ruhanî reis, hem de Rum milletinin “Başı” idi. Müslümanlarla Rumlar bu ülkede asırlar boyunca barış içinde yaşadılar. Büyük Fransız ihtilalinden sonra milliyetçilik rüzgarları, kasırgaları esti ve bu birlikte yaşamak sarsıldı. Yunanlılar küçük Yunanistan’ı kurdular ama çok şey de kaybettiler. Megali İdea onlara büyük kayıplar verdirdi.

Dünyada İslâm’a karşı en dirençli toplum Yunan toplumudur. Buna rağmen orada da ihtida edenler (İslâm’a girenler) vardır.

Bizdeki büyük zenginlerden birinin bir ayağı Türkiye’de, bir ayağı Yunanistan’dadır. Bu zatın iki dinli olduğu, zahiren Müslüman göründüğü, gerçekte ise Ortodoks kilisesi mensubu olduğu, ticarî sebepler dolayısıyla gerçeği gizlediği iddia ediliyor.

Yunanistan bize çok yakın. Sık sık oraya gidip bazı ziyaretler yapmak istiyorum. Mesela Ege adalarından birinde kabri bulunan Niyazî-i Mısrî hazretlerini ziyaret etmek istiyorum. Daha gidilecek, görülecek çok yerler var. Lakin vize almak zor. Gittiğimde peşime istihbaratçı takılacak. Garip şey, Yunanlılar beni Türk casusu olarak görürken, bizim Avdetîler de Yunan casusu olarak görüyor.

Şimdiye kadar yaptığım Yunanistan seyahatlerinde Yunan halkının Türklere düşman olduğuna dair bir şey görmedim. Aksine, Türkçe bilenler benimle Türkçe konuşmaktan zevk ve keyif aldılar. Orada, 1924 mübadelesinde giden Karaman Türkleri hâlâ Türkçe konuşuyormuş.

En son Rodos’a gittiğimde oteldeki İftarda bir dilim baklava yedim, tadı damağımda kaldı. İmam bayıldı, dolma, kurabiye… Bu isimler orada kullanılıyor ve sanırım bu yemekleri onlar bizden daha başarılı pişiriyor.

Yunanistan’da bir çay yok. Bu eksikliği telafi etmek için nefis kahve yapıyorlar. Sakın Türk kahvesi demeyin. Grek kahvesi deyin.

Benim bildiğim Yunanistan’da 100 bin Türk var. Ne kadar Müslüman Pomak var, bilmiyorum. Bunlar iki ülke arasında köprü vazifesi görebilir. Yeter ki, Yunanlılar Türkleri ve Müslümanları öcü ve potansiyel düşman olarak görmesin, bizim Avdetîler de onları kışkırtıp durmasın.

Günün birinde, Türkiye’de barınamayıp başka bir ülkeye yerleşmem gerekse; Batı Trakya’ya gidebilirim. Üsküb’e gidebilir, Bulgaristan’a gidebilirim… Ezan okunuyor, helâl yemek var, din hürriyeti var. 08 Ekim 2007