Cuma

Sözde dindar adamı, vücudundaki elektrik cereyanlarını, bunların değişmesinden meydana gelen yükseliş ve alçalışları tesbit eden bir âlete bağlıyor ve karşısına geçip:

– Dün bir gazetede edepsiz, dinsiz, densiz bir köşeyazarı Şeriat’a saldırmış. “Kahrolsun Şeriat” demiş… diyorsunuz, âletin ibresinde hiçbir oynama olmuyor. Demek ki, herif, Müslüman geçindiği halde Şeriat’a yapılan hakaret karşısında bir tepki göstermiyor.

– Filan cemaate (Herifin bağlı olduğu cemaat değil) bağlı bir Müslüman tutuklanmış, kendisine hayli eziyet edilmiş, ağır cezaya verilmiş… diyorsunuz. Adamda yine tepki yok, ibre kımıldamıyor.

– Üniversitede başları örtülü Müslüman kız öğrencilere zulm ediliyor, tahsillerine mâni olunuyor.. diyorsunuz, yine tepki yok.

– Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem efendimize dinsizler hakaret etmişler, çöl Arabı demişler, getirdiği yüce dinin ahkâmı için “Bin dört yüz yıl öncesinin hurafeleri, çağdışı kuralları” diyerek İslam’ı, Kur’an’ı, Sünnet’i aşağılamışlar… diyorsunuz. Herifte yine tepki yok.

Velhasıl Allah, Peygamber, Kur’an, İslam, Şeriat, Sünnet, Ümmet diyorsunuz adam hiçbir reaksiyon göstermiyor, ibrede hiçbir oynama olmuyor.

Sonra: Adamın mensup olduğu cemaati zikrediyorsunuz, birdenbire gözleri açılıyor, âletin ibresi şiddetle kıpırdanıyor. Adamın, bağlı bulunduğu din baronunu zikr ediyorsunuz, ibre yine büyük oynamalar gösteriyor.

Yahu bunlar nasıl Müslümandır? Böyle Müslümanlık olur mu? Bu adamlar kendi cemaatlerini, hiziplerini, fırkalarını, meşreblerini, tarikatlarını, hizmetlerini yüce İslam dini ile özdeşleştirmişlerdir. Bu nasıl bir Müslümanlık anlayışıdır?

Bütün Müslümanlarda müşterek olan birtakım değerler vardır. Bunlar Allah, Peygamber, Kitab, Sünnet, din, iman, Şeriat, Ümmet’tir. Bu adamlar, bunları ikinci plana atıp da kendi cemaatlerini kendi baronlarını birinci plana çıkartıyor.

Allah’a, Peygamber’e, Kur’an’a, Sünnet’e, Şeriat’a hakaret edilince ses çıkartmayıp da kendi cemaatine veya baronuna dil uzatılınca dehşetli reaksiyon gösteren bu adamlar nasıl Müslümandır.

Türkiye’de islamî kesimde her kafadan ayrı bir ses çıkıyor. Müslümanlar birliklerini, hiyerarşilerini, müşterek değerlerini kaybetmişlerdir.

Din ile cemaati, hizbi, fırkayı, mezhebi, meşrebi, tarikatı özdeşleştirmek sapıklık değil midir?

Peygamber’e saldırıldığı vakit tepki göstermeyip, müdafaada bulunmayıp da kendi baronuna veya şeyhine saldırıldığı vakit büyük tepki göstermek, üzüntü duymak dengesizlik değil midir?

“Biz sadece kendi hizmetlerimize bakarız, başka Müslümanlar bizi ilgilendirmez” demek büyük bir hatâ değil midir?

Yalan da olsa övgülerden hoşlanmak, doğru da olsa tenkit ve uyarılardan rahatsız olmak kemalsizlik, nâkıslık değil midir?

Ezan okunurken keyfine bakıp yatmak, şer’î bir özrü olmadığı halde camiye gitmemek, cemaate katılmamak Şeriat ve fıkıh kuralları bakımından kötü bir şey değil midir? Kendilerini iyi Müslüman sanan birtakım adamlar niçin Ezan-ı Muhammediyeye, cemaate, camiye sanki boykot ilan etmişlerdir. Bunlar nasıl İslamcıdır? Bunlar nasıl Müslümandır? Bunlardan köy ve kasaba olur mu? Bunların hizmet ve faaliyetlerinden ne hayır gelir?

Camilerde vakit namazlarında niçin kerli ferli, kodaman Müslümanları görmek mümkün değildir. Niçin yüksek tahsilli, diplomalı, makamlı, mevkili, servetli, iyi giyimli, lüks arabalı, tripleks villalı seçkin Müslüman kesim vakit namazlarında camilere gitmiyor, cemaat içindeki yerlerini almıyor. Din rantı yemeye, mukaddesat sömürüsü yapmaya, nefislerini tatmin etmeye, riyaset kapmaya, halkın alkış, itibar ve övgüsünü elde etmeye gelince hırsla çalışan, dehşetli gayret gösteren bu adamlar namaza, camiye, cemaate, Ümmet şuuruna niçin bu kadar uzak ve yabancı kalmışlardır? Böyle adamların yüreklerinde maraz mı vardır?

Bir Sefa Şehri

Ege bölgemizde bir sahil-sayfiye şehri. Her taraf villa ile dolmuş, etraf iyice betonlaşmış. İçiçe bici bici villalar. Müteahhitler çok para kazanmak için binaları çok yaklaşık yapmışlar. Küçük bahçeler, çirkin duvarlar. İnsan yazlıklarda biraz geniş bahçeler içinde oturmalı.

Eski küçük şehirde Rumlardan kalma tarihî binalar var. Bir iki tarihî ahşap Türk evi de kalmış. 1950’lere, 60’lara kadar, ağır ceza mahkemelerinin sürgün yeri olarak kullandıkları bu ilçe şimdi en gözde yazlık şehirlerimizden biri olmuş. Her yerde içkili lokanta var. Gece klüpleri, diskolar. Eski bakırlar, toprak eşya, geleneksel el sanatı ürünleri satan birkaç mağaza, dondurmacılar, gazinolar, tarihî çınarların altında bir açık hava çayhânesi.

Liman yat dolu. Her yer lüks otomobil kaynıyor. Şortlu, göğsü bağrı açık kadınlar, genç kızlar. Şehir buram buram içki ve şehvet kokuyor. Sezon münasebetiyle İstanbul’dan ve öteki büyük şehirlerden bir alay uygunsuz kadın ve erkek de orada. Gülüşmeler, hahaha hihihi… Baygın bakışlar, uygunsuz yürüyüşler. Güneşten kararmış, pörsümüş ciltler. Restoranlar, köfteciler, lahmacuncular, kebapçı ve pideciler lebaleb dolu. Evlerin bir kısmı pansiyon olmuş. Pansiyonculukta parra var.

Bu şehirde iki tarihî cami bulunuyor. Birinin hemen hemen hiç cemaati yok. Diğerine vakit namazlarında üç dört ihtiyar gidiyor. Şehir hayat dolu, neşe dolu, menfi de olsa sefa dolu. Camiler sönük. Şehrin dindarları kabuklarına çekilmişler. Birkaç tarikatçı, musalli, İslamcı var ama bir şey yaptıkları yok.

Günah, isyan, fısk fücur, kebire, fuhş, şehri istilâ etmiş. Yazlıkçılar çılgınlar gibi zevk ü sefa, eğlence, haz, yeme içme, deniz, teşhircilik peşinde. Gelenlerin parası bol. Fakirler, işsizler gelecek değil ya. Yüz milyonlar, milyarlar su gibi akıyor. Esnaf kazanıyor, halk genellikle memnun. İlçenin gedikli İslamcılarından bir hizipçi homurdanarak “İleride islamî sistemi kuracağız, Asr-ı Saadet’i geri getireceğiz” diyor. 17 Temmuz 1999