Çarşamba

Bu memlekette irtica tehlikesinin olduğunu iddia edenler nüfusun ancak yüzde 3’üdür. Sayıca azdırlar ama ağırlıkları vardır. Onların irtica dedikleri İslâm’dır, gerici dedikleri de halkın ezici çoğunluğudur. Şimdi bu egemen ve güçlü azınlık cumhuriyeti ve demokrasiyi savunduğunu iddia ederek bir sürü baskı, zorlama, dayatma yapıyor, sıkıntıya sebep oluyor. Şu durum Türkiye’nin devlet, millet ve ülke olarak çok büyük bir talihsizliğidir.

İstanbul Üniversitesi Rektörü Alemdaroğlu bu yüzde üç azınlığın temsilcilerinden, kodamanlarından, ileri gelenlerindendir. Cumhuriyeti ve demokrasiyi koruyacaklarmış. Kime karşı? Halkın yüzde doksan çoğunluğuna karşı. Fesubhanallah, bu ne biçim demokrasidir?

Laiklik tehlikededir diyorlar. Onların laiklik dedikleri şey dinsizliktir, baskıdır, Müslümanların sömürge yerlisi muamelesi görmesidir.

Üniversitelerdeki dindar, tatbikatlı Müslüman elemanları tasfiye ediyorlar. Bir İslâm ülkesinde Müslümanların asistan, doçent, profesör olmaya hakları yok. Vah vah… Bırakın Müslümanları ve dindarları, İkinci Cumhuriyet taraftarlarını bile öğretim görevlisi olarak almıyorlar. Bu ne korkunç taassub ve kindir.

Müslüman çoğunluk vergi verecek, askerlik hizmeti yapacak, icabında bu vatan için ölecek. Lakin üniversite öğretim görevlisi olamayacak, idareci olamayacak, öğretmen olamayacak. Bu ne biçim cumhuriyetçilik ve demokratlıktır.

Müslümanlar islâmî bir sistem kurulmasını istiyorlarmış, o yönde faaliyet yapıyorlarmış. Bundan tabiî ne olabilir. Masonlar Masonluk için çalışmıyor mu? Siyonistler Siyonizm, Sabataycılar Sabataycılık, marksistler Marksizm için çalışıyorlar da Müslümanlar niçin İslâm için çalışamazlarmış? Böyle mantık olur mu, böyle hürriyet olur mu?

Müslümanlar dinsizlik, küfür, şirk, zulüm isteyecek değiller ya.

Başörtüsü düşmanlığının cumhuriyetçilikle, demokrasiyle, laiklikle ne alâkası vardır? Cumhuriyet fazilet rejimidir. Kadınların ve kızların baş açık veya başları örtülü gezmelerine ne karışır.

Demokraside millî irade hakimiyeti vardır. Şu anda bir referandum yapılsa ve halka sorulsa: Başörtüsü üzerindeki yasaklar kalkmalı mı? Herkes dinine uygun bir hayat sürebilmeli mi? Bu memlekette irtica tehlikesi var mıdır?.. Halk ne cevap verecektir?.. İrtica diye tehlike yoktur. Başörtüsü üzerindeki yasaklar kaldırılmalıdır. Her vatandaş kendi dinî inançlarına uygun bir hayat sürmek hakkına sahip olmalıdır… Halkın böyle düşündüğünü bildikleri için referandum yapmaktan korkuyorlar.

Rektör Alemdaroğlu nasıl bir kimsedir? Bir hatıramı nakledeyim. Bundan üç sene önce İstanbul Üniversitesi Rektör Yardımcısı Profesör Nur hanım bana telefon ederek Atatürk ve demokrasi konusunda bir açık oturuma katılıp katılmayacağımı sordu. Katılırım dedim. Bildirilen günde üniversiteye gittim. Nur hanım beni nezaketle karşıladı, islâmî kesimden bazı kimselere teklif ettiklerini, onların kabul etmediğini, kabulümden dolayı bana müteşekkir olduklarını söyledi. Toplantı henüz başlamamıştı. Salona, etrafında bazı dekanlar ve profesörler olduğu halde Alemdaroğlu girdi. Herkesin elini sıktı, benim elimi sıkmadı ve hoş geldiniz demedi. Bu davranış onun ne kadar mutaassıp (fanatik) bir kimse olduğunu göstermeye yetmez mi? Yahu, Üniversite adına bir şahsı açık oturuma davet ediyorsun ve herkesin elini sıktığın, herkese hoş geldiniz dediğin halde onu dışlıyorsun.

Açık oturumda yaptığım konuşmalar Alemdaroğlu’nu ve yanındakileri hiç memnun etmedi. Bir müddet sonra savcılıktan bir dâvetnâme aldım. Atatürk’e hakaret etti diye ihbarda bulunulmuş. Diğer konuşmacılar Prof. Toktamış Ateş, merhum Ahmet Taner Kışlalı, Prof. Asaf Akat beyler lehimde şehadet ettiler de, bu iftiradan kendimi temize çıkartabildim.

Bir Müslüman Türk kızı başında örtüsü olduğu halde Atina veya Selanik üniversitelerinden birinde okusa, oradaki Yunanlı idareciler o kızcağızın kıyafetine karışmazlar, “Sen başörtülüsün, üniversiteye girip okuyamazsın” diye güçlük çıkartmazlar. Yunanlılar bile İslâm’a ve Müslümanlara bu adamlardan daha toleranslı bakar.

Hiçbir demokrat ülkede, hiçbir fazilet rejiminde Müslümanların dinî uygulamalarına, başörtülerine el ve dil uzatılmaz. İngiltere’de Müslüman kız çocukları ilkokullara bile başörtüsüyle gidebilirler.

Türkiye gibi bir İslâm ülkesinde İslâm ve Müslüman düşmanlığı yapan fanatik militanlar Cumhuriyete ve demokrasiye en büyük düşmanlığı yapmakta, en büyük zararı vermektedir.

Üniversitelerimiz maalesef resmî ideoloji bataklığına düşmüş olup ilim, irfan, araştırma, kültür sahasında nal toplamaktadır. Geçenlerde Alemdaroğlu kafasında ve zihniyetinde bir taşra rektörü, açılış konuşmasında İslâm kadınlarının örtüleri için “Bir arşınlık bez” diyerek hakaretâmiz ve hafife alıcı bir beyanda bulundu. Üstelik bu profesör bir ilahiyat profesörüydü. Vah vah, ne günlere kaldık!

Türkiye’miz gayet acınacak bir haldedir. Ülke, devlet, millet bin bir tehlike ile karşı karşıyadır. İstanbul’da beklenen zelzele yedi şiddetinden aşağı olmayacakmış… GAP barajı altında da büyük bir fay hattı varmış… Sistem tıkanmış… Derin devlet ve egemen azınlıklar millet iradesini hiçe sayıyormuş… Kokuşma korkunç boyutlara varmış… Ekonomi dibe vurmuş… Siyaset kirlenmiş… Sosyal ve kültürel sahalarda büyük bir erozyon, çürüme görülüyormuş… Millet Türk-Kürt, Sünnî-Alevî, Sağcı-Solcu, Müslüman-Laik diye zıt kamplara, düşman kutuplara ayrılmış… Koskoca bankalar soyuluyor, fatura millete ve devlete çıkartılıyormuş… Yüzde üç egemen azınlığın bunlar hiç umurunda mı? Onların derdi başörtüsü, gericilik, mericilik, laikliği korumak.

Peki bu keşmekeşin sonu ne olacaktır? Hayırlı olacağını sanmam. Ülkede 1912’de buna benzer bir durum vardı. Beyinsiz Jön Türkler, dinsiz İttihad’çılar boş işlerle, sun’î gündemlerle uğraşıyorlardı. İdare dinsizlerin, arivistlerin ve beyinsizlerin elindeydi. Düşmanlarımız ise boş durmuyorlardı. Ansızın Balkan harbi patlak verdi. Politikaya karışmış olan ordumuz üç cephede de yenildi. Hele Selanik’teki Tahsin Paşa, bir tek kurşun atmadan ordumuzu ve silahlarımızı Yunanlılara teslim etti. Bulgarlar Çatalca’ya kadar geldi. Sadece Edirne’de Şükrü Paşa kahramanca direndi, bir müddet sonra o şehrimiz de Bulgar’ların işgaline uğradı. Yunanlılar, Sırplar, Bulgarlar zaptedilen araziyi paylaşmak hususunda kendi aralarında savaşa tutuşmamış olsalardı, Türkiye’nin hudutları Çatalca’da bitecekti. Bereket versin ki, aralarında ihtilâf çıktı da Edirne’yi geri alabildik.

Allah akıl, fikir, iz’an, vicdan, insaf versin. 12 Ekim 2000