Perşembe

 

İstikamet ve emanet ya yüzde yüz olur, yahut olmaz. Geçenlerde biriyle konuşurken, “O adam doğru ve güvenilir bir insandır. Kimsenin hakkını yemez, çalarsa mîri malı çalar, yani devletin ve belediyelerin bütçelerini tırtıklar…” gibisinden bir laf etti. Ne kadar saçma bir düşünce… Bir adam gerçekten doğru, gerçekten emin (güvenilir) ise, ne şahısların hakkını yer, ne de devletin ve belediyelerin. Devlet ve belediye bütçeleri de netice itibarıyle halkın malı değil midir? Devleti ve belediyeleri hortumlayanlar, saçı bitmedik yetimlerin hakkını yemiş olmuyorlar mı? “Efendi! Yiyorsam mîri malı yiyorum, sana ne!…” lâfı hırsızlık mantığından başka bir şey değildir. Biz Müslümanlar doğruluk ve emniyet konusunda yüzde yüzcü olmalıyız. Mutlak doğruluk, mutlak güvenlilik…

Öyle adamlar biliyor ve duyuyoruz ki, beş vakit namazını kılıyor, hacca gidiyor, umre yapıyor, oruç tutuyor, kimisi haftada iki gün nafile sıyama devam ediyor, geceleri teheccüde kalkanlar bile var. Ve bu adamlar ihalelere fesat karıştırıyor, halkın haklarını zimmetlerine geçiriyor, gayr-i meşru kara ve haram servetler elde ediyor. Böyle Müslümanlık, böyle dindarlık olur mu? Böyle herifler kimi kandırdıklarını sanıyor? Yiyorsa mîri malı yiyormuş… Bakın şu edepsize… Zehir ye, zıkkım ye!

Herkesle yatmayan, müşteri ve partner seçen bir fahişe yine fahişedir. Onun için efendim “Günde bir kere fahişelik yapar, öyle önüne gelenle de halvet olmaz” diyerek o karıyı temize çıkartmak mümkün müdür? Gerçekten dürüst, namuslu, temiz, güvenilir olan politikacılarımızı, bürokratlarımızı, belediyecilerimizi tenzih ederim. Onlara sözümüz yoktur. Benim kasd ettiklerim haram yiyen, emanetlere hıyanet eden, kara ve haram para biriktiren vatan hainleridir. Hepsinin canları cehenneme!

Şuurlu ve temiz Müslümanlara sesleniyorum:

(1) Yüzde yüz doğruluk ve dürüstlük taraftarı olalım.

(2) Kendimiz, haram ve şüpheli şeylerden, ateşten kaçtığımız gibi kaçalım; doğru olmayan, güvenli olmayan, haram yiyen, ihalelere fesat karıştıran şerirleri, fâsık ve fâcirleri (Dıştan Müslüman görünseler bile) asla desteklemeyelim.

(3) Zulme taraftar olmak, zulme destek vermek de zulümdür, günahtır, kötülüktür.

(4) Ebu Hanife hazretlerinin bir adama borç verdiği ve o adam borcunu ödeyinceye kadar onun evinin gölgesinde dinlenmediği rivayet ediliyor. Biz de böyle olmaya çalışalım.

(5) Emanetlere hıyanet çok büyük bir günahtır ve suçtur. Bir ülkede emanetlere hıyanet edilirse oradaki devletin temelleri sarsılır, halk perişan olur.

(6) Genel ve mahallî seçimlerde

ehliyetli ve liyakatli

adaylara oy verelim. Futbol kulübü tutar gibi parti tutmayalım.

(7) Doğruluk ve emniyet konusunda emr-i mâruf ve nehy-i münker yapalım.

(8) Köy kızını kendi haline bırakırsanız ya davulcuya, ya zurnacıya varırmış… Siyaset konusunda aptal köy kızının durumuna düşmeyelim. Ehil ve güvenilir kimselere sorduktan sonra oyumuzu kullanalım.

(9) Hizip, fırka, cemaat, tarikat, zümre, klik sahasında futbol kulübü tutar gibi taraftarlık yapmayalım. Böyle bir şey dinimizin ruhuna aykırıdır. Müslüman bir tarikata, bir cemaate, bir gruba mensup olabilir ama holiganlık yapmaz; tarikatlı olur, tarikatçı olmaz.

(10) Para, servet, mal konusunda şeffaf olmayan kimseleri asla desteklemeyelim. Büyük bir servete sahip olmuş… Bunu nereden bulmuş? Bu soruyu herkes için soralım. “Benim muazzam servetimden sana ne!” Böyle diyen adama oy verilmez.

Sevgili Müslümanlar! Emr-i mâruf ve nehy-i münker konusunda şifahî değil yazılı olalım. Yani bir kötülük, bir kanunsuzluk, bir münker gördüğümüzde şikâyetimizi sözle, telefonla değil, yazılı olarak yapalım. Resmî prosedüre uygun olarak dilekçe verelim, ilgili ve sorumlu makamlara müracaat edelim, onları uyaralım. Devletin, dilekçelerle ilgili kanunları ve nizamları vardır. Bunları muameleye koymaya, bunlara cevap vermeye sorumlu bürokratlar ve merciler mecburdur.

Sık sık duyarım: “Açtım telefonu ve şiddetli şekilde tenkit ettim…” Bu gibi tepkilerin fazla bir kıymeti, bir ağırlığı yoktur. Sözler uçar gider. Kalıcı olan yazılardır.

İstanbul’da birkaç aydan beri kaldırım yenileme faaliyetleri sürdürülüyor. Kaldırım yapmanın da bir ilmi, tekniği, usulü vardır, maalesef bunlara riayet edilmiyor. Çok şişirme, çok çürük, çok yalap salap şekilde kaldırım ve yol döşeniyor. Yapımı biten yollar bir iki gün içinde bozulmaya başlıyor. Belediyelerin, milletin parasına yazık değil mi? Vatandaşların ilgili ve sorumlu dairelere dilekçe vererek bu rezaleti protesto etmesi gerekmez mi? Maalesef herkes sözle sövüp sayıyor, ancak dilekçe ile şikayet ve protesto eden bir tek vatandaş çıkmıyor.

Son on yıl içinde sur dışındaki tarihî kabristanlara küfeki taşından duvarlar yaptılar. Bazı yerlerden geçerken gördüm, bu duvarların bir kısmı yıkılmış, çatlamış, çökmüş. Adam gibi yapılsaydı bu duvarlar kısa zamanda çöker miydi? Belediyeyi bu konuda niçin uyarmıyoruz? Bu duvarları yapan müteahhitler ve yaptıran belediyeciler suçludur, vazifelerini suistimal etmişlerdir.

Hırsızların şöyle bir felsefesi var: Dinsizlik dinsiz sermayedarlarla yerleşip kökleşti. Biz Müslümanlar da zengin olacağız ve ağırlığımızı koyacağız… Ne boş, ne şeytanca bir felsefe. Yüce İslâm dini böyle bir felsefeye, metoda yeşil ışık yakıyor mu? Dinsiz her kötülüğü yapar, her haltı yer. Müslüman kötülük yapamaz, halt yiyemez, haram ve yasak yollara başvuramaz. Haram, kara, necis servetlerle âbâd olunacağını sananlar şeytanî kuruntularla vakit geçirmektedir.

Eskiden merhum Sultan Abdülhamid Han zamanında her yerde “En-necâtü fi’s-sıdk”
(Kurtuluş doğruluktadır, sadakattedir) levhaları bulunurmuş. Yeni yetme İslâmcıların sıdkla, emanetle, istikametle pek ilgileri yok. İslâmî hizmet ve faaliyet yapacak kimselerin mutlaka zâhid olmaları gerekir. Zühd, dünyaya ve dünya mallarına, servetlerine, bilhassa paraya sırt çevirmek demektir. Hem hizmet edecek, İslâmî faaliyet yapacak, hem de malı götürecek. Böyleleri Müslüman veya İslâmcı değil, şeytanın ta kendisidir.

Ege Bölgesi’ndeki ilçe belediye başkanlarından biri, 1924’te mübadelede Rumların terk ettiği, 1948’de camiye çevrilen eski kilise binasını yeniden kilise yapmak, orada çan çaldırmak için teşebbüse geçtiğinde birtakım partizan Müslümanlar hiç ses çıkartmamışlardı. “Niçin protesto etmiyorsunuz” diye sorulduğunda “Protesto ve tenkit edersek partimize zarar verir, onun için susuyoruz.” cevabını vermişlerdi. Şu zihniyete bakın. Partiyi dininden üstün tutuyor. Bunlar ne biçim Müslümandır? 1950’li, 60’lı yıllarda birtakım dar kafalı Müslümanlar kör bir taassup ve bağlılıkla din düşmanı zalimleri inatla desteklediler, tuttular. Berikiler İslâm’ı yıkmak, Müslümanların kuyusunu kazmak için çalışıyor, bizimkiler onları destekliyor. Bu kadar gaflet, bu kadar şuursuzluk nerede görülmüştür?

Bütün İslâmcıları kasd etmiyorum ama İslamî kesim birtakım dedikodularla çalkalanıp duruyor.

* Filanca grup malı götürmüş, bir vurmuş pîr vurmuş…

* Feşmekân zat kısa zamanda doların milyarı ile zengin olmuş…

* Hizmet arenasına pek züğürt başlayan biri on onbeş senede dünya çapında bir servete sahip olmuş…

* Herifler malı götürmek için bir vakıf kurmuşlar, iş sahibinden beş milyar “yardım” alıyorlar, beş yüz milyonluk makbuz veriyorlarmış.

1950’li, 60’lı yıllarda “Müslümanların bir kısmı ileride böyle işler yapacaklar” diyen biri çıksaydı onu sert ve şiddetli bir şekilde kovardım. Maalesef son otuz sene içinde İslâmî hizmet ve faaliyet sahası birtakım aç köpeklerin, ahlaksız ve karaktersiz heriflerin, dolandırıcıların, üçkağıtçıların, Müslüman kılıklı şeytanların istilâsına uğradı. Bu köpekler yüce dinimizi ve mukaddesatımızı mıncıkladılar, bir sürü zarar ve ziyana yol açtılar.

Şu anda ticaret hayatı, ahlaksızlık ve güvensizlik yüzünden büyük bir kriz içindedir. Müslüman görünen bir münâfık mal alıyor bono veriyor, vadesi geldiğinde ödemiyor; çek imzalıyor, o da karşılıksız çıkıyor. Böyle bir ortamda ticaret yapılır mı? Gerçek ve iyi Müslümanın, bırakın senedi sepeti, sözü bile yeterlidir. Müslüman yalan söylemez, aldatmaz, emanete hıyanet etmez, Müslüman borcunu öder. Başta Almanya olmak üzere yabancı ülkelerde çalışan işçilerden milyarlarca mark toplandı, bunlarla büyük holdingler, büyük fabrikalar kurulacaktı. Ne oldu? Büyük Millet Meclisi bu konuda bir araştırma yapmış, büyük bir rapor hazırlanmış. Varılan netice şu:

Kasıtlı olarak dolandırma vardır…

Ya yüzde yüz mutlak doğruluk, mutlak dürüstlük, mutlak güvenlilik… Yahut feci bir batış ve çöküş… Az fahişelik yapanlara “Bunlar ötekilere göre iyidir” demek ahmaklığına kimse düşmesin. 06 Ocak 2006