Cumartesi

 

Zamanımızda sofu ve uyanık geçinen nice Müslüman var ki, onlarda münafıklık, gaflet ve dalâlet alametleri açıkça görülmektedir.

Hadîs-i şerifte, münafığın birinci alameti olarak yalancılık zikrediliyor, “Münafık konuşursa yalan söyler” buyuruluyor. Şimdi bu devirde yalan söylemek, aldatmak bazı sahte İslâmcıların günlük, tabiî, normal işleri içine girmiştir. Bol bol yalan söylerler ve buna rağmen kendilerini olgun, sofu, dindar, örnek Müslüman sanırlar.

Münafıklığın ikinci alameti, emanete hıyanet etmektir. Bugün nice sofu geçinen İslâmcı var ki, emanetleri ehil olanlara değil kendi yakınlarına, ihvanlarına, “bizdenlere”, “bizimkilere”, kendi cemaati mensuplarına üleştirmektedir. Emanet tevdi edilen adamlar buna ehil ve layık mıdır? Kesinlikle değillerdir. Ama bizim sahte dindarlar bu türlü dağıtımı kural haline getirmişlerdir.

Üçüncü alamet, vaadinden dönmek, verdiği sözü yerine getirmemektedir. Zamane münafıkları lafa gelince bol bol vaad ederler, şunu yapacağız, bunu edeceğiz deyip dururlar. İşe geldi mi, bunları hatırlamazlar bile.

Ezan okunur camilere gidip cemaatle namaz kılmazlar. Vakit namazlarında camilerdeki cemaate bakınız. İçinde şık, ütülü, kaliteli elbisesi olan, kravatlı, pabucu düzgün, kerli ferli, kodaman, yüksek tahsilli, makamlı mevkili bir tek yüksek tabakadan Müslüman, bir tek İslâmcı göremeyeceksiniz. Onların namaz vaktinde işleri vardır. Dâva yaparlar, deve yaparlar, din rantı yemek için plan ve program yaparlar, tenkit ettikleri düzenin menfaatlerini, kemiklerini kapmak için düzen kurarlar. Ücretler, maaşlar, menfaatler, avantalar, hortumlamalar, dinarlar, dirhemler, dolarlar, marklar peşindedir bu mübarekler. Camiyi, cemaati, namazı terk etmek ne alametidir? Salah alameti mi, nifak alameti mi?

Zamane münafıkları kendi hiziplerini, cemaatlerini, fırkalarını, tarikatlarını, meşreblerini İslâm’ın üzerinde tutarlar. Yine kendi dar mânadaki ihvanlıklarını Ümmet ihvanlığının üzerinde görürler. Bu münafıklar Allah’a, Peygamber’e, Kur’ana, Şeriat’a, Sünnet’e, dine ve imana saldırıldığı zaman ses çıkartmaz, tepki göstermezler. Lakin kendi cemaatlerine, kendi hazretlerine, kendi menfaatlerine bir saldırı, hattâ küçük bir tenkit yapıldığı zaman arslanlar, sırtlanlar gibi tepki gösterir, müdafaada bulunurlar.

Zamane münafıkları din düşmanlarına, kâfirlere, müşriklere, ateistlere, zalimlere karşı son derece saygılı, yumuşak, rahîm, uysaldır. Aralarında tercih, meşreb, görüş farklılıkları bulunan Müslüman kardeşlerine karşı içi ise son derece sert, yavuz, merhametsiz, anlayışsız, kaba hareket ederler; onlara karşı en ağır hakaretleri ve iftiraları bol bol sarfederler; kendilerini desteklemeyen Müslümanları cehennemin dibine atarlar.

Münafıkların dini imanı paradır. Bütün dinî hizmetler, faaliyetler, gayretler hep para, menfaat, çıkar uğrunda yapılır. Nerede menfaat ve para var oraya çılgınlar gibi koşarlar, zâhirde dâva, gerçekte deve hizmetlerini hararetle yürütürler. “Bu düzen bozuktur, böyle bir düzende her halt yenir” derler. Trilyonları götürürler. “İleride biz paralarla çok hizmet yapacağız” şeklinde bahaneleri de vardır. Talan ederler, hortumlarlar, sahtekarlık yaparlar, paravan şirketler kurup fonları, tahsisatı kendilerine kanalize ederler. Vaktiyle Müslümanlar içinden haramiler çıkmamış mıdır? İşte bugünkü talancı hortumlayıcı herifler de günümüzün Müslüman haramileridir.

Münafıklar gösterişe, şana, üne, alkışa, riyasete, debdebeye, tantanaya, ihtişama, şaşaaya, israfa; Nemrudça ve Firavunca nümayişlere bayılırlar. Bir peşinden gittiklerini söyledikleri yüce Peygamberin hayatına bakınız, bir de bu heriflerin israfına, ihtişamına, Firavunluklarına. Arada ne dehşetli bir tezat vardır.

Ah bu münafıklar, ah bu münafıklar!..

Simge İmiş!

Demokrasinin beşiği olan, hukukun üstünlüğü sistemine sahip bulunan, temel insan hak ve haysiyetlerine saygı gösterilen İngiltere’de başörtülü Müslüman bir kadın milletvekili seçilse, Meclis’te yuhalanır mı? Kendisine engel olunur mu? Yemin etmesi önlenir mi? Asla!..

ABD’de, İsviçre’de, Almanya’da, Norveç’te, Kanada’da, Avustralya’da Müslümanların din hürriyetine, inandıkları gibi yaşama haklarına saygı gösterilir, bu konuda onlara hiçbir zorluk çıkartılmaz. Danimarka’da, başörtülü Müslüman öğrencilerine güçlük çıkartan bir öğretmene işten el çektirtilmiştir.

Köylü, kırsal kesim, gecekondu, ev hanımı, fabrika işçisi durumunda olan kadın vatandaşların başörtüleri simge değilmiş. Üniversite öğrencisi, doktor, avukat, akademisyen, memure, öğretmen, milletvekili kadınların başörtüleri simge imiş, ideolojik mahiyette imiş. Bunlar ne acayip, ne çürük hükümler ve görüşlerdir.

Şimdi Merve Kavakçı ne yapsın? Başına saçma sapan gülünç bir peruk geçirerek mi gidip yemin etsin? Yoksa saçlarını sıfır numara traş ettirerek kabak başla mı Meclis’e gitsin? Veya genel kurul salonunun kapısında eşarbını aşağıya, omuzlarına indirip başı açık yemin ettikten sonra tekrar kapatsın mı? Ne gülünç, ne acıklı, ne ağlatıcı bir buhran karşısındayız. Ülke binbir sıkıntı ve tehlike içinde biz nelerle uğraşıyoruz. Bu olup bitenler hayırlı şeyler değil. Allah encamımızı hayr eylesin. 09 Mayıs 1999