Zamanın İmanına Biat Etmek
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 28 Aralık 2018
Pazartesi
Bazı okuyucularım,
(Emîre)
hadîsi ile ilgili yazım üzerine, benden zamanın İmamının ismini soruyor. İçlerinden biri mesajında, bize
diye yazmış.
Bundan yıllarca önce, Şeriata sımsıkı bağlı muhterem bir şeyh efendiye sormuştum: Zamanın İmamını bilmiyoruz. Ona nasıl biat edeceğiz? Şu cevabı vermişti:
Yani
diyerek biat etmek gerekir.
Böyle gıyapta bir biat bizi inşaallah vebálden kurtarır.
Siyonistler, Evangelistler, diğer Haçlılar, Masonlar,Dönmeler ve bilumum İslâm düşmanları kendilerine itaat edecek, kukla, evcil (ehlî), fantoş
seçmek üzere hazırlıklarını yapmışlardır. Hattâ bir adayları da vardır.
Müslümanların böyle tuzaklara düşmemeleri gerekir. İmam-ı Kebir yahut Emîrü’l-mü’minîn olacak zatın belli başlı özellikleri şunlardır:
* Allah’ın ve Peygamberin rızasına, Kur’ân’a ve Sünnete uygun sahih bir itikat.
* Başta
olmak üzere İslâmî ibadetleri, farzları, müekked sünnetleri yerine getirmek.
* Şer’î ilimlere vakıf olmak.
* Peygamberimizin sünnetine mütemessik (sımsıkı bağlı) bulunmak.
* Son derece yüksek ve örnek bir ahlâk ve karaktere sahip olmak.
* Hem karizmatik, hem otoriter bir şahsiyet olmak.
* Âdil olmak.
* Haram yememek, yememiş olmak; gayr-i meşru, karanlık, kirli servete ve gelire sahip olmamak.
* Riyasete bizzat kendisi talip olmamış, matlup olmuş bulunmak.
* İmamet veya emareti ateşten bir gömlek bilmek ve bunun neticesine hazır olmak.
* İmamete ehil, layık, müstait (doğuştan yetenekli ve kabiliyetli) olmak.
* Yüz kızartıcı ahlâksızlıklarla, suçlarla, günahlarla, sabıkalarla kirlenmiş bulunmamak.
* Hem zahir, hem bâtın tarafından Resullerin Seyyidine ulaşan bir silsilenin halkası olmak.
1962’de Suriye taraflarında doğmuş olan ve Resûlullah Efendimizin sülalesinden olan bir zatın zuhur ve huruc edeceğini sanıyorum.
Âhir zamanda zuhur edeceği haber verilmiş olan bu zata bazı bozuk ve sapık fırkalara mensup alimler ve cahiller muhalefet edeceklerdir. Firaset ve sezgi sahibi kardeşlerimizin bu hususta dikkatli ve uyanık olmaları gerekir.
Kur’ân-ı Kerîm’de
Gerçek icazetli ulema ve gerçek mürşid ve şeyhler bu ülü’l-emr zümresine dahildir. Müslümanların bunlara itaat etmeleri ve öğütlerini dinlemeleri ve tutmaları gerekir.
Bir de
(kötü âlimler) adı verilen
vardır. Bunların bir miktar ilimleri olsa da, kendilerine itaat ve biat kesinlikle caiz değildir.
Bunlar Kur’ân’ı kendi re’y ve hevaları ile tefsir ederler. Bunlar Sünnetin bir kısmını inkâr ederler. Bunlar hiç hakları olmadığı halde dinden taviz (ödün) verirler. Bunlar, ehliyet ve liyakatları olmadığı halde ictihad yaparlar; hem kendileri sapıtır, hem de peşlerine düşenleri saptırırlar.
Bunlar ucuz bir fiyat karşılığında dinlerini dünyalık için satarlar. Bunlar, harbî ve azılı din düşmanlarını, kâfirleri dost velî edinirler. Onların dini imanı para, şöhret, aldatıcı ve oyalayıcı dünya nimetleridir.
Bendeniz Müslüman kardeşlerimi, zamanın İmamına (onu bilmeden, tanımadan gıyabında da olsa) biatli ve itaatli olmaları hususunda uyarıyorum. Kimdir, nerededir, bize isim ve adres verin gibi sorular sorulmamasını istirham ederim. Bunlar bendenizi aşan şeylerdir.
Ülkemizde ve dünyanın birçok başka yerinde
yapıldı. Kudüs’ü elbette unutmamamız lazım.
Meselâ İstanbul’u… Ne olmuş İstanbul’a? İslâmî ölçüler bakımından İstanbul da elden gitmiş vaziyette. Şehirde her gün üç bin camiden ezan okunuyormuş… Bu ezanların bazısı çok yanıkmış. Eyvallah ama ezan okunması neyi değiştirir? İstanbul nasıl bir İslâm şehridir?
Dükkânlarına, işyerlerine bakınız. Toplu taşıma vasıtalarına bakınız… Lokantalar, pastahaneler, çayhaneler dolu…
Kudüs bir türlü elden çıkmış, istanbul başka türlü. Kudüs esir de, İstanbul değil mi?
İnanç, fikir, din suçluları…
Bir İslâm şehrinde güvenlik yoksa orası esirdir. Ahlâk ve fazilet yoksa yine esirdir. Halkın çok büyük kısmı namaz kılmıyorsa bozuktur. Kadınlar mesture değilse orada fesat ve isyan vardır.
Düşman, müstevli, işgalci, zalim her zaman aynı olmayabilir.
Şekli, rengi ne olursa olsun kölelik esasta birdir. Kudüs’e ağlarken İstanbul’u, kendi şehirlerimizi unutmayalım. İstanbul’a da ağlayalım. 14 Ekim 2008