Zekâ ve Akıl
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 12 Şubat 2019
Pazar
Akıl ve zekâ ayrı şeylerdir. Bu ikisinin ayrı ve başka şeyler olduğunu iyi bilmek gerekir. Aksi taktirde nice hususu anlamak, kavramak, açıklamak mümkün olmaz.
Zekâ, psikolojik testlerle ölçülebilir. Herkesin bir IQ’su vardır. 130 IQ ve daha yukarısı süper zekâdır. 70 ve aşağısı özürlü zekâdır.
Çok önemli bir nokta şudur:
1. Her yüksek zekâlı insan akıllı değildir.
2. Zekâ derecesi düşük nice insan vardır ki akıllıdır.
Adam dünya çapında bir biyoloji bilginidir. Otuz yıldır böcekler üzerinde çalışmaktadır. Karıncaların, aralarında haberleşmeleri ve yönlerini bulmaları konusunda bin saifelik ilmî bir eser yazmış ve bu çalışmasıyla uluslararası ödül kazanmıştır. Beş yabancı dil bilmekte, dünyanın çeşitli yerlerinde toplanan biyoloji ve böcek-bilim kongrelerinde ilmî tebliğler okumaktadır. Ve bu adam bir ateisttir. Yani böcekleri tanımakta, onların Yaratıcısını tanımamaktadır. İşte bu zat çok zeki, fakat zeki olduğu derecede aptal, akılsız bir kimsedir.
Yüksek derecede bir zekâ ile yine yüksek bir akıl bir kimsede nâdiren birlikte olur.
Zekâ ve ilim, sadece bu ikisi kişinin, insanlığın hayrına ve yararına iş yapmaya yetmez. Bunların yanında mutlaka akıl ve hikmet de bulunması gerekir.
Zamanımızda ilimler ve teknikler çok ilerledi. Eskiden kurgu bilim romanlarına konu teşkil eden hayaller şimdi gerçek oldu. Meselâ birtakım zeki ve bilgili kimseler insan klonlamak istiyor. Bir İtalyan doktoru bu işe başladı bile. Klon çocuk bir kaç ay sonra doğacakmış. Acaba insan kopyalamak insanlığın hayrına mıdır? Nice zeki ve bilgili kişi bu suali düşünmek bile istemiyor. İnsan klonlamakta para var, şan ve şöhret var. Alkış ve itibar var… O halde klonlansın.
Nükleer enerjiyi, atom silahlarını bulanlar da son derece zeki ve bilgili kişilerdi. Lakin akılları ve hikmetleri yoktu. Bu enerji ve silahlar insanlığın başına belâ olmuştur, ileride daha da olacaktır. Çernobil’deki atom santralı kazası pek küçük bir kazaydı ama tesirleri bize kadar sıçradı. Amerika’nın 1945’te Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine attığı atom bombaları, aradan kırk altı yıl geçtikten sonra, New York’taki İkiz Kuleler’in yerle bir edilmesi terörüne yol açtı. Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra, korkunç ve dehşet verici miktarda atom silahı ortada kaldı. Bunlar ne olacak? Toprağa gömsen olmaz, denize atsan olmaz. Yaksan olmaz. Bunları imha etmek için yüz milyarlarca dolar gerekiyor. İmha edilseler bile külleri, atıkları, kalanları nerede saklanacak?
İlim, teknik, ilerleme elbette faydalıdır ama bunların mutlaka ve mutlaka akıllı, hikmetli, firasetli insanların, kadroların kontrolunda olması gerekir.
Akıl ve hikmet en fazla ülke ve devlet idaresinde gerekir. Çok zeki olan, fakat akıl ve hikmet bakımından fakir olan bazı idareciler, politikacılar, iktidar adamları yakın tarihimizde ne kadar büyük ve korkunç yanlışlıklar yapmıştır. Herif cin gibi zeki. Bir Amerikan üniversitesinde okumuş, hayli kültürü var. Bir makam ve mevkie geçiyor ve kuş kadar aklı olmayan birinin yapmayacağı yanlışlar, hatâlar yapmaya başlıyor.
Akıllı olsaydı, bürokratik makam ve mevkilere kendi akrabalarını, arkadaşlarını, partizanlarını değil; o makam ve mevkilere ehil ve layık olanları getirirdi.
Yakın tarihimizde nice süper zekâlının hırsızlık, hortumculuk, suiistimal yaptığı, akıl almaz derecede büyük haram servetlere sahip olduğu görülmüştür. Çünkü akıllı değildir.
Hakikî Müslüman akıllı bir insandır. Akıllı Müslüman yüksek ve parlak bir tahsil yapmamış da olsa haram yemez, hırsızlık yapmaz, devlet ve millet malını zimmetine geçirmez.
Ateistlerin, dinsizlerin, sosyolojik Müslümanların çalmak için şeytanî fetvalara ve ruhsatlara ihtiyaçları yoktur. Sahte ve ham Müslüman ise böyle fetvalar edinir ve onlara dayanarak çalar çırpar. Neymiş efendim, bu düzen bozukmuş, bozuk düzende çalmak, götürmek caizmiş. Böyle bir fetvayı veren de, bununla amel eden de şeddeli eşşektir!
Başka bir şeytanî fetva: İleride İslâm’a hizmet etmek için çalmak, hortumlamak caizdir… Bu da pek eşekçe bir ruhsattır. İslâm dini, her hâl ü kârda çalmaya, devlet ve milleti soymaya, ülkeyi talan etmeye asla izin vermez. İslâm’da haram yemeye ve içmeye, ancak zaruret olduğu zaman, çok istisnaî hallerde ruhsat verilmiştir. Meselâ adam kapalı bir yerde aç kalır. Yemek için orada sadece, yenilmesi haram bir madde vardır. Onu yemezse ölecektir. Mecburen, lizaruretin (zorunluluk icabı), ölmeyecek kadar ondan yiyebilir. Zaruret miktarından fazla yerse, o fazla miktar yine haram olur.
Bazı sözde Müslümanlar, gerçekte kıpkızıl münafık herifler haram yiye yiye domuz gibi şişmişler, Karun gibi zengin olmuşlardır. Bütün bu haramları ileride İslâm’a hizmet etmek için biriktiriyorlarmış. Biz de inanıverdik.
Akıllı olmak, hem bir nasip meselesidir, hem de eğitimle elde edilen bir şeydir. Gençlerimize akıl dersleri verilmesi gerekir. Bunları kim verecek? Her halde devlet değil. Müslüman kesimin başını çeken büyük zatların, hocaların, hocaefendilerin, kodaman kişilerin, hazretlerin, baronların üzerine düşer bu hizmet. “Benim müritlerim, benim taraftarlarım, benim bağlılarım, benim etrafımdaki gençler çok iyidir, çok pırlantadır, çok fevkaladedir” demekle iş bitmiyor. Bunlar akıllı mıdır, akılsız mıdır, ona bakmak gerek.
Bir şeyh düşünelim, hayli etrafı, avanesi, tevâbii var. Bu adamlar Allah’a, Peygamber’e, dine, imana, Kur’ân’a, Sünnete, Şeriata saldırıldığı vakit tepki göstermiyor, mukaddesatı müdafaa etmiyor; fakat kendi şeyhlerine dil uzatılınca volkanlar gibi patlıyor, büyük tepki gösteriyor, havalara çıkıyor. Bunlar ne biçim Müslümandır? Elbette ki, akılsız, kalitesiz, moloz, vasıfsız Müslümandır. Kendini çok akıllı ve olgun sanan hazretimiz onlara İslâmî şuur verememiştir.
Çocuklarımıza matematik, bilgisayar, İngilizce dersleri aldırıyoruz. Bu dersler için büyük paralar ödüyoruz. Halbuki evlatlarımızın, her şeyden önce akla, hikmete, firasete ihtiyacı bulunmaktadır. Onlara akıl dersleri aldırtmayı düşünüyor muyuz? Düşünsek bile bu dersleri verecek hocalara, üstadlara sahip miyiz? 09 Aralık 2002