Eskiden gönüllü olarak cihada, gazaya, İslâm savaşına giden fakir mücahidler varmış. Silah alacak, binit alacak, kalkan alacak paraları yokmuş, sefere çıktıklarında evdeki hanımına ve çocuklarına bırakacağı ekmek parası yokmuş. Bunlara silah ve at almaları için elbette zekat verilebilir.

Zamanımızda cihad kavramını çok sulandırdılar. Bir zat bir dergi çıkartıyor, İslâm’ı savunuyor, faydalı yazılar yayınlıyor, oluyor cihad…

Müslüman bir grup, bir dernek kuruyor. İyilikler, güzellikler, faydalı şeyler yaşatma ve koruma derneği… Bu da cihad oluyor.

Böyle sulandırılmış, mecazî cihadlara zekat verilmez.

Bir beldede, bir ülkede milyonlarca fakir ve miskin ağlarken, sürünürken, sefalet ve sıkıntı içinde yaşarken zekatların böyle sulandırılmış mecazî cihadlar için toplanması ayıptır, günahtır.

Müslümanlar zekat konusunda cumhur-i ulema yolundan gitmelidir.

Önce açlara, sefillere, düşkünlere, sürünenlere zekat verilecek. Artarsa, fıkha ve şeriata uygun olarak başka yerlere.

Zekat toplarken cemaat, hizip, fırka, grup, klik taassubu ile hareket edilmemelidir.

Zekat konusundaki yazılarım dolayısıyla çok hakarete ve saldırılara uğradım.

Yazmaya devam edeceğim. Müslümanlar bütün hayırlı işlere destek versinler, lakin zekat konusunda Kur’ân’a, Sünnet’e, fıkha, şeriata uysunlar.

Zekat filan derneğin havuzunda toplanacak, bu paradan binanın boya ve badana işleri için bir miktar harcama yapılacak. Böyle zekat olmaz.

Bizim cemaatimiz pek mübarektir, bizim Hazretimiz pek yücedir… Bizim Hazretimiz öteki Hazretleri döver… Böyle gerekçelerle zekat toplanması meşru olmaz.

Zamanımızda İslâm devleti yoktur. Binaenaleyh devlet için zekat toplamakla vazifeli zekat âmili de yoktur.

Filan Hocaefendi, filan hazret-i Muhterem, falan Zat-ı Muhterem zekatlar bizim cemaatimize verilsin demişler, birtakım tahsildar salmışlar… Bunlar Kur’ân’da geçen âmiller midir?

Kur’ân, zekatın öncelikle fakirlere ve miskinlere (hiçbir şeyi olmayanlara) verilmesini emr ediyor. Fakirlerin ve miskinlerin önceliği vardır.

Bendeniz öyle cemaatler biliyorum ki, zekat parasını topluyor, cemaatin havuzunda biriktiriyor ve bu parayla şunları yapıyor:

1. Cemaatin reklamı.

2. Cemaatin başındaki Hazret’in reklamı. (Çok mübarektir, çok büyüktür, çok harikadır, çok uçmaktadır…)

3. Bina alıyorlar… Bu binayı tamir ediyorlar…

4. Binanın tuvaletlerini ve lavabolarını yeniliyorlar…

Bunlara benzer bir sürü iş (Onlara göre hepsi de birinci sınıf hizmet…) yapıyorlar. Zekat paraları böyle işler için harcanır mı?

Efendimizin (Salat ve selam olsun ona) sülâle-i tâhiresine mensup Ehl-i Beyt nesebinden gelen Şerifler ve Seyyidler ne kadar muhterem, ne kadar saygıya layık, ihtiyaçları varsa ne kadar desteklenmesi gereken kimseler değil midir? Lakin Şeriat-ı Mutahhare onlara zekat parası verdirmiyor, olmaz diyor.

Cami yaptırmak ne hayırlı iştir ama Şeriat, zekat parasıyla cami yapılmasına izin vermiyor.

Bu devirde müellefe-i kulüb var mıdır? Elbette yoktur.

Bu devirde, sahibi ile mukavele yapmış, borçlanmış köle var mıdır? Yoktur.

Zekat malî (akçalı) bir ibadettir.

Akçanın tâlibi ve âşıkı çoktur.

Yazılarım bazılarının işlerine gelmediği için bana düşmanlık ediyorlar.

Bendenizin doğrudan doğruya veya dolaylı olarak zekat paralarıyla bir ilgim yoktur, bunlardan bir menfaatim, çıkarım yoktur.

Sadece ve sadece Kur’ân’a, Sünnet’e, fıkha, şeriata göre doğru dürüst, yerli yerinde verilmesini istiyorum.

Nasirüddin Albanî zekat hakkında şöyle ictihad yapmış, böyle fetva vermiş… Bunlara kulak asmam. Çünkü o hiçbir hocadan okumamış, sözde muhaddis geçinen büyük bir bid’atçidir. Listesini yayınladım, ulema onun aleyhinde yirmi kadar reddiye yazmıştır. Bunlardan biri dört cilttir, biri iki cilt.

Türkiye’nin Müslüman halkının çok büyük bir kısmı beş vakit namazı terk etmiş, şehvetlerine uymuş.

Namazdan sonra dinimizin ikinci amelî ibadeti olan zekat konusunda toplum başıboş kalmış. Canı isteyen veriyor, istemeyen vermiyor. Verenlerin kaçta kaçı, fıkha ve Şeriata göre veriyor? Zekat konusunda bir yığın usulsüzlük yapılıyor.

Zekat vermemek Allah’a, Peygambere, Kur’ân’a, İslâm’a, Sünnete, Şeriata isyandır.

Zekatların, Şeriata ve fıkha aykırı olarak toplanması büyük ve vahim bir bid’attir.

Memlekette milyonlarca fakirin, miskinin, işsizin, borçlunun, düşkünün, çaresizin zekat paralarından pay alamaması ne büyük bir felaket ve ayıptır.

Özetliyorum:

1. Beş vakit namazı terk eden,

2. Zekatı yerli yerinde doğru dürüst vermeyen,

3. Emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmayan,

4. İtikadını tashih etmeyen, bir sürü bid’ate bulaşan,

5. Cemaati terk eden,

6. Gıybet eden,

7. Tecessüs eden,

8. Dinde gulüvve sapan,

9. Cemaat ve fırka başını Peygamberden fazla öven,

10. Lüks, israf ve sefahat bataklıklarına düşen… bir Müslüman toplum iflah olmaz. 28/10/2009

Olup bitenlerin içyüzü nedir?

Memleket gerçekten allak bullak… Yakın tarihimizin en büyük çalkantısı içindeyiz… Kökten bir değişime doğru gidiyoruz…

Ne oluyor?.. Ne yapılmak isteniyor?.. Bu işlerin aslı astarı nedir?.. Olup bitenleri nasıl gördüğümü kısa kısa, madde madde arz ediyorum:

1. Gerçek cumhuriyete doğru bir gidiş var.

2. İki devletli (biri bildiğimiz, gördüğümüz devlet, ötekisi derin, esrarlı, gizli, “Kırmızı Anayasalı” devlet) sistemden tek devletli sisteme geçilmek isteniyor.

3. Seçimle gelenlerin seçimle gidecekleri bir sistem oluşturulmak isteniyor.

4. Evrensel insan hak ve hürriyetlerinden çoğunluğun da yararlanması isteniyor.

5. Resmî ideoloji sultasına son verilmek, ideoloji özelleştirilmek isteniyor. İsteyen inansın, istemeyen inanmasın, bu konuda zorlama, baskı, zulüm yapılmasın.

6. Vesayet demokrasisi ve sistemi kaldırılarak, hukukun üstünlüğü sistemine geçilmek isteniyor.

7. Sabataycıların tesiri, gücü, ağırlığı azaltılmak isteniyor.

8. Toplumsal barışa, millî mutabakata zemin hazırlanıyor.

Bütün bunlar çok güzel gelişmelerdir.

Ülkede olumsuzluklar da var:

(1) Uluslararası temizlik ve şeffaflık notumuz, 10 üzerinden 4’tür. Yani kokuşmayla mücadelede henüz geçerli not alamamış vaziyetteyiz. Bu durumdaki bir ülkenin, bir halkın, bir devletin, bir iktidarın işi çok zordur.

(2) Kırsal kesim, varoş, bedevî kültürü (veya kültürsüzlüğü) bataklığına düşmüş vaziyetteyiz.

(3) Şifahî toplum statüsünden yazılı, medenî kültüre geçemiyoruz.

(4) Eğitim sistemimiz ve üniversitelerimiz son derece yetersizdir.

(5) Büyük medya büyük ölçüde halktan kopuktur.

(6) Toplumda dağılma, çözülme emareleri görülmektedir.

(7) Ahlak bakımından büyük bir yıkım ve çöküş vardır.

(8) Din ve inanç hürriyeti konusundaki olumsuzluklar (biraz azalmış olsa da) devam etmektedir.

(9) Haram yeme, rantçılık yaygın hale gelmiştir.

Roma imparatorlarından Marcus Aurelius “Benim atımın ayaklarındaki nallardan birinin bir çivisi eksik olsa bütün Roma İmparatorluğu bozuk demektir” diyor. Türkiye’nin şu anda yerinden oynamamış bir tek çivisi bile kalmamıştır. Genel bir gevşeme, yerinden oynama müşahede edilmektedir.

Üzerinde hemen hemen hiç durulmayan bir konu: Yazılı, edebî kültür lisanımızın hali yürekler acısıdır. Halk dedelerinin, atalarının mezar taşlarını okuyamayacak derecede cahil bırakılmıştır. Birkaç yüz kelimelik konuşma ve günlük iletişim diliyle sınırlanmış durumdayız. Lisanın, yazılı kültür ve edebiyatın yozlaşması devlete, millete, ülkeye büyük zarar verir.

Varoş ve bedevî kültürü bilhassa İslâm’a ve Ümmet’e zarar vermektedir.

Edebiyat ve mimarlık/şehircilikte büyük yozlaşma ve kalitesizleşme görülmektedir.

Bizim eğitim sistemimiz ve üniversitelerimiz Japonya, Güney Kore, Tayvan, Hong Kong, Singapur’dakiler gibi kaliteli değildir. Bu çok büyük bir eksikliktir. Yıkımımıza sebep olabilir.

Sosyal adalet, millî gelirin âdil bir şekilde dağılımı konusunda manzara parlak değildir.

Ülkemizde çok güzel gelişmeler oluyor… Maalesef kötülükler de var… Ümid ve temennimiz iyiliklerin gerçekleşmesi, kötülüklerin azalıp bitmesidir.

(İkinci yazı)

Vehhabîlik hakkında fetvalar

Endonezya’nın, Hindistan’ın, Pakistan’ın, başta Mısır olmak üzere bütün Arap aleminin, Siyah Afrika İslâm ülkelerinin, Batı ülkelerinin, Türkiye’nin icazetli gerçek ulemasından, aşağıdaki konularda çok açık, çok seçik, çok sarih fetvalar alınmalı ve bunlar bir kitapçık haline getirilerek Arapça, İngilizce, Urduca, Türkçe yayınlanmalı ve yekûn olarak milyonlarca adet dağıtılmalıdır.

Dikkat edilecek hususlar:

1. Sorular öncelikle fetva merkezlerine sorulacak.

2. İcazeti olmayan kimselere sorulmayacak.

3. Fetva verme yetkisine sahip olan hakiki müftülere sorulacak.

SORULAR:

* Bir: Vehhabîlik ile Ehl-i Sünnet arasındaki, sifâtullah (Allah’ın sıfatları) konusundaki ihtilaflar nelerdir? Ehl-i Sünnet niçin haklıdır?

* İki: Vehhabîler Peygamberimizin (salat ve selam olsun ona) türbesini yıkmak istemişlerdi. Ellerine imkân, fırsat ve güç geçerse yıkmakta tereddüt etmezler. Bu konuda Ehl-i Sünnet’in görüşü nedir?

* Üç: Vehhabîlerin bid’attir dedikleri kıyas-ı fukaha ve taklid niçin doğrudur ve haktır?

* Dört: Kendisi müctehid olmayan bir Müslümanın, fıkıh konusunda dört mezhepten birine bağlanması ve onu (zaruret halleri dışında) bütünüyle tatbik etmesi niçin doğrudur? Mezhepsizlik niçin yanlıştır?

* Beş: Şeriata, Kur’ân’a, Sünnet’e uygun olmak şartıyla tasavvuf ve tarikatlar hak mıdır, değil midir?

* Altı: Kabir veya berzah hayatı, kabir ziyareti, ölülerin ruhlarına okunan Kur’ân’ların sevabını bağışlamak gibi konularda Vehhabîlerin belli başlı hatâları nelerdir?

Burada altı soru ile yetiniyorum. Soruların sayısı 15 olabilir ve bunları uzman bir heyet hazırlar.

Üzerine basa basa tekrar ediyorum: Sorular sadece Sünnî ulema, fukaha ve müftülere sorulacaktır. İcazeti olmayanlara kesinlikle sorulmayacaktır.

Başvuru ve sorular Arapça yazılacaktır.

Vehhabîler kendilerine Vehhabî denilmesinden hiç hoşlanmıyorlar. Onlar Necidli Muhammed bin Abdilvehhab’ı imam (din önderi) ve rehber kabul ediyorlar, onun doktrinini benimsiyorlar, binaenaleyh bu sıfatı yadırgamamaları gerekir.

Hanefîler, Mâlikîler, Şâfiîler, Hanbelîler bu mensubiyetlerini iftiharla kabulleniyor.

Bendeniz bir Sünnî olarak Muhammed ibn Abdilvehhab’ı değil, onun kardeşi Süleyman İbn Abdilvehhab’ı rehber kabul ederim. Çünkü bu zat, kardeşi Muhammed’e reddiye yazmış, onun hatâlı fikir, görüş, inanç ve fetvalarını çürütmüştür. (Kitabın ismi: Es-Savaik el-İlahiyye fi’r-red ‘ale’l-Vehhabîyye.)

(Üçüncü yazı)

İnternette Müslümanlar

Yazılı medyanın önüne geçen internette yoğun ve genel bir kirlenme görülüyor. Büyük sayıda vatandaş, e-maillerle düşüncelerini ve görüşlerini açıklıyor, tenkit ediyor, muhalefet yapıyor, destekliyor veya çatıyor. Kirlenme en fazla bu sahadadır.

Gazetelerde, dergilerde yazanların yüzde 99’u ismini soyadını veriyor, imzasıyla kalem oynatıyor. Çok az sayıda takma isimli yazan var, onlar da biliniyor.

İnternette böyle değil. Takma isimlerle, rümuzlarla yazılıyor genellikle. İsim yok, adres yok, telefon numarası yok, sorumluluk yok.

Bu kimliksizlik ortaya büyük aşırılıklar, sorumsuzluklar çıkartıyor.

Allah’ın birbirlerine kardeş kılmış olduğu mü’minler, Müslümanlar internet medyasında nasıl hareket etmelidir?

* Birinci şart: İsim, adres, kimlik belirtmeli, varsa cep telefonu vermelidir. Böyle yaparsa, kendisini de frenlemiş olur, aşırı hareket etmez, söğüp saymaz, ölçülü olur.

* İkincisi: Mantıklı ve gerekçeli yazmalıdır. Bir düşünce ve görüşü tenkit mi etmek istiyor, bunu sövüp sayarak, hakaret veya alay ederek değil, mantıkla, kültürle, gerekçe göstererek yapmalıdır.

* Üçüncüsü: Edepli, terbiyeli, seviyeli olmalıdır.

* Dördüncüsü zor bir şarttır. Cedel ilmini bilmeli, nasıl münakaşa edilir, nasıl çürütülür, nasıl red ve cerh edilir, bu konuda eğitim görmüş olmalıdır. Ulemanın bu konuda kitapları vardır.

* Beşincisi: Tartışmalar, tenkitler konu dışına çıkarılmamalı, özel hayata, belden aşağısına sıçratılmamalıdır.

* Altıncısı: Yazılanlar sahih ve temiz bir niyetle yazılmalıdır. Fitne fesat, nifak şikak çıkartmak için yazılmamalıdır.

* Yedincisi: Her hâl ü kârda mü’minler ve müslimler birbirlerine taqiyye ve kitman yapmamalıdır. Samimî olmalıdır. Mü’minlerin birbirlerine taqiyye yapmaları bir tür aldatmak olur ki, Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) “Bizi aldatan bizden değildir” diyerek bunu yasaklamış ve kötülemiştir.

* Sekizincisi: Mü’minler bazı konuları tartışırken mücâmeleden ayrılmamalıdır. Gayet kibar, gayet centilmen, gayet efendice bir üslupla tartışmalıdır.

Bundan birkaç ay önce şazz ve aykırı görüşleriyle tanınan bir zat “Afganî’yi tenkit edenler onun taharet bezi olamazlar…” cümlesini sarfetti. Böyle bir cümle, böyle bir üslup bir ilim ve edeb adamına yakışır mı? Elbette yakışmaz. O böyle dedi diye, onu tenkit eden Müslümanların aynı üslubu kullanmaları doğru olur mu? Kesinlikle olmaz. Cemalüddin Afganî’nin ne azılı bir farmason olduğu delil, belge ve gerçeklerle beyan edilir… Taqiyye yaparak din kardeşlerini aldattığı, bozuk bir çığır açtığı yine tutarlı ve sağlam delil ve gerekçelerle beyan edilir ve “

Taharet bezi”

edebiyatı yapan zata edeb ve nezaket sınırları içinde güzel bir cevap verilmiş olur.

Ülkemizde bir miktar Vehhabî vardır. Bunların bir kısmı Vehhâbî olduklarını bile bilmez. Bu tâifeye mensup bazıları aşırı gidiyor ve Ehl-i iman ve Ehl-i Kıbleyi şirkle, küfürle suçluyor.

Son otuz yılda Türkiye’de düzinelerle dinî fırka ve hizip peydahlandı. Bunlar da çok aşırı gidiyor, iman kardeşleri arasındaki nezaket, uhuvvet, insaf, edeb havasını giderici beyanlarda bulunuyor.

Şimdi kendime bir soru yönelteyim:

Sen ne yapıyorsun? Bendeniz kendimi Zemzemle yıkanmış, ak sütten çıkmış ak kaşık gibi görmüyorum. Lakin genellikle isim vererek, kimlik göstererek tenkit etmiyorum. Anonim tenkitler yapıyorum.

Benim gibi bir Ehl-i Sünnet ve Cemaat Müslümanının, Sünnîliğe aykırı bid’atleri ve reformları tenkit etmesinden daha tabiî ne olabilir?..

Yanılamaz mıyım? Farz edelim ki, bazı şahsî görüşlerim ve tenkitlerim yanlıştır… Ama:

Kesinlikle ve yüzde yüz samimî olarak yazıyorum. Doğru olduğuna inanmadığım hiç bir şeyi yazmam. Niyetim temizdir.

Para ve ücret karşılığında, inanmadığım, katılmadığım fikir, tez ve görüşleri asla savunmam. 29/10/2009

Şazzlar

Osmanlı devleti zamanında ilk okullarda (ibtidaî mektepleri) yoğun din ve Kur’ân eğitimi veriliyordu. Her Müslüman çocuğu ilmihalini öğreniyor, Kutsal kitabımızı okumasını biliyordu. Sultanî ve i’dadî denilen liselerde din kültürü okutuluyordu. İcazetli ve değerli din âlimleri sarık ve cübbeleriyle ders veriyordu. Meşhur Galatasaray Lisesinde (Mekteb-i Sultanî) Nimet-i İslâm kitabı müellifi Hacı Mehmed Zihni efendi öğretmenlik yapmıştı. Yatılı Galatasaray Lisesinde vakit namazlarını, okulun camiinde, resmî imamın ardında cemaatle kılmak, bütün Müslüman öğrenciler için mecburî idi.

Yakın tarihimizde İslâm’a düşmanlık edildi, genç nesillere din eğitimi ve kültürü verilmedi. Çoğulculuk ve demokrasiden sonra biraz (evet biraz) hürriyet geldi ama yeterli olmadı. Müslümanlar bu hürriyeti iğtinam edemediler.

Son otuz kırk yıl içinde ülkemizde bid’at cereyanları türedi, Ehl-i Sünnet ve Cemaat inancı sarsıldı, din konusunda ortaya aykırı fikirler atıldı.

Laik rejimin sıkı kontrolu ve güdümü altındaki resmî din mektepleri, eski İslâm medreselerinin yerini tutamadı, boşluğunu dolduramadı.

İslâm’ı mihraptan yıkmak isteyen şer güçleri ilâhiyat fakültelerine sızdılar. Dinde reform, dinde değişim, ılımlı İslâm, Fazlurrahmancılık (Tarihsellik mezhebi), telfik-i mezahib, mezhepsizlik, Selefîlik, Hoşgörü ve Diyalog gibi bozuk akımlar oluştu.

Ülke dışından gelen petro-dolarlar bu oluşumlarda büyük rol oynadı.

Kur’ân’ın nice muhkem ayetinin geçersiz olduğu iddia edildi.

Sünnet ya tamamen, ya kısmen inkâr edildi.

Fıkıh ve mezhepler put olarak görüldü ve gösterildi.

Ortaya ehliyetsiz, liyakatsiz ve icazetsiz kimseler tarafından hazırlanmış ve içlerinde vahim hatâlar olan bir yığın Kur’ân tercümesi, meali ve tefsiri çıkartıldı.

Farmason Afganî din önderi, münci (kurtarıcı) gibi gösterildi.

Her Müslümanın ictihad yapabileceği fikr-i fâsidi yayıldı.

Tasavvuf ve tarikat mensubu ve muhibbi Müslümanlar müşrik ve kâfir ilân edildi.

Evliyaullaha ‘Evliyauşşeytan” denildi.

Yüce Allah’a zeman ve mekan, cisim, insanlar gibi organlar, cihet, inmek ve çıkmak gibi noksan sıfatlar izafe edildi. Böylece Ehl-i Sünnet Müslümanlığının tenzih prensibi çiğnendi.

Ehl-i Sünnet’in akaitte iki imamı olan İmam-ı Eş’arî ve İmamı Mâturidî bid’atçi ve kâfir ilân edildi.

Velhasıl din konusunda dehşetli bir anarşi, kaos, karmaşa meydana getirildi.

Şu anda ehl-i bid’at gazetelerde, dergilerde, internet sitelerinde, bazı dernek ve vakıflarda gece gündüz propaganda yapıyor.

Tabakat-ı fukahanın en alt derecesi olan müftülük makamında bile olmayanlar mutlak müctehidlik taslıyor.

Müslüman halkın bir kısmının kafası allak bullak.

Doğrusu çok üzücü, çok kahr edici, çok düşündürücü bir haldeyiz.

Sahte müctehidler, bid’adçiler şazz fikir ve görüşlerle halkın zihinlerini karıştırıyor.

Şazz “Kaide (kural) dışı olan, istisna teşkil eden, genel görüşten ayrı olan” demektir.

Bu şazz fikir ve görüşlerden biri de İbn Teymiyye’nin ortaya attığı “Cehennemin ebedî olmadığı” iddiasıdır. Bu iddia Kur’ân’ın açık ayetlerine, Sünnete, icmâ-i ümmete, cumhur-i ulemânın görüşüne aykırıdır. İbn Teymiyye’nin bu konudaki aykırı görüşü ictihad değil, kuruntudan ibarettir.

Yeterli ve sağlam din bilgisine, kültürüne, birikimine sahip olmayan bir toplumda bu gibi şazz fikirleri ve görüşleri savunmak elbette doğru ve insaflı bir şey değildir.

Bundan yüz sene önce okumuş, tahsilli Müslümanlar, kendilerine yetecek miktarda usûl-i fıkıh ilmini bilirlerdi. Bu devirde usûl-i fıkıh bilenlerin sayısı çok azalmıştır.

Sevgili Müslüman kardeşlerimin dikkatlerini aşağıdaki hususlara çekmekte yarar görüyorum:

1. Ehl-i Sünnet ve Cemaat yolundan, mezhebinden itikadından, ahlakından ayrılmayınız.

2. Ehl-i Sünnet ile Ehl-i Bid’at arasında ihtilaflı olan bütün konu ve meselelerde, yüzde yüz Ehl-i Sünnet haklıdır. Ehl-i bid’atin haklı olduğu tek ihtilaflı mesele yoktur.

3. Fıkha ve hak bir mezhebe bağlanmak şarttır, zarurettir, vacibtir.

4. Cumhur-i ulemâ yolundan gitmek de böyledir.

5. Şazz ictihadlara, fikirlere, görüşlere, te’villere, yorumlara iltifat edilmemelidir.

6. Bu devirde mutlak müctehid yoktur. Olsa bile, hikmet ve edeb sahibi olduğu için yeni ictihadlar yapmaz. Bundan bin yıl önce İmamı Gazalî’nin hocası İmamü’l-Haremeyn Cüveynî hazretleri ictihad derecesine yükselmiş, lakin lüzumu olmadığı için yeni bir fıkıh ekolü kurmamış, İmam-ı Şâfiî hazretlerini taklid etmişti.

7. Bid’atçilerin iddia ettikleri gibi taklid ve kıyas bid’at değil, Müslümanların uyması ve kabul etmesi gereken çok lüzumlu ve değerli iki İslâmî kurumdur.

8. Allah’a noksan sıfatlar izafe eden bid’at cereyan, fırka, hiziplerinde hayır yoktur.

9. Yüz milyonlarca muvahhid ve musalli tarikat ve tasavvuf Müslümanını şirk ve küfürle suçlayanlar ahyardan (hayırlılardan) değil, eşrardandır.

10. Müslüman halk İslâm’ı Kur’ân tercümelerinden, meallerinden, Türkçe tefsirlerden değil; icazetli alim ve fakihlerin yazdığı akaid, fıkıh, ilmihal, ahlak kitaplarından öğrenmelidir. Kur’ân’da müteşabihat, nasih mensuh, tahsis, tevcih vardır. Cahiller bunları bilmezler, yanılabilirler. Zaten ulemanın yazdığı, itikat, fıkıh, ilmihal ve ahlak kitapları Kur’ân’dan, Sünnet’ten, Selef-i Sâlihînin âsârından çıkartılmış, süzülmüştür.

11. İmamı Rabbanî, Abdülkadir Geylanî, Ahmed er-Rufaî, Hasan eş-Şazelî, Şah Muhammed Bahaüddin Nakşibend, Ahmed Yesevî, Mevlana Celalüddin Rûmî, Hacı Bayram Velî gibi büyük zatlara müşrik ve kafir diyenlerin kendileri kafirdir, çünkü bir mü’mini tekfir eden, kafir olur.

12. Yüce dinimiz terörü kabul etmez. Şeriat-ı Garra-i Ahmediyye gayr-i muharib mâsum sivillerin, kadınların, çocukların, ihtiyarların, halkın vahşi ve dehşet verici şekilde katl edilmelerine yeşil ışık yakmaz.

13. Kur’ân’a, Sünnete, fıkha, Şeriata, icmâ-i ümmete, cumhur-i ulema yoluna aykırı olarak yapılan terör hareketleri ve eylemleri kesinlikle cihad değildir.

14. İslâm bedevilik ve vahşet dini değildir, medeniyet ve rahmet dinidir. Evet, İslâm’da cihad vardır, farzdır, yeri geldiğinde mukatele vardır ama Şeriat bu cihad ve mukatelenin kurallarını tesbit etmiştir. Bu kurallara aykırı hiçbir şey yapılamaz, yapılmamalıdır.

15. Hadîs-i şerifte buyuruluyor: “Âhir zamanda, yaşları küçük, akılları güdük bir taife zuhur ve huruc edecektir. Bunlar Kur’ân okurlar ama Kur’ân hançerelerinden kalplerine inmez. Bunlar Hayrü’l-Beriyye olan zatın (Peygamberin) sözlerini söylerler… Bu taife, ava isabet eden, avı da delip çıkıp giden ok gibi dinden çıkar…” (Buharî Menakıb… Ebû Dâvud…) Bu hadiste zikr edilen yaşları küçük akılları kısa kişilerin Hazret-i Ali Efendimiz’i kafir ilan eden Haricîler olduğu söylenmiştir. Zamanımızda da Neo-Haricîler vardır… Her şeyin en doğrusunu Allah bilir. 30/10/2009

Ehli Sünnet’i savunma

İslâm’ın aslına uygun ve gerçek mahiyeti ve şekliyle anlaşılması, yorumlanması ve hayata uygulanması demek olan

Ehl-i Sünnet

ile ilgili faaliyet ve hizmetler konusunda büyük yetersizlikler, boşluklar, kopukluklar, noksanlar, ihmaller, sorumsuzluklar görülmektedir. Birtakım bid’at fırka ve cereyanları için

büyük miktarda petro dolarlar harcandığı halde

nice Ehl-i Sünnet hizmeti terk ve ihmal edilmiş durumdadır.

Ehl-i Sünnet camiasının bu hizmetleri hakkıyla, yeterli ve etkin şekilde yürütecek parası ve maddî imkanı yok mudur? Vardır, hem de bol bol. Bu hizmetleri yürütmek için gerekli hürriyet yok mudur? Vardır. Yeterli miktarda. Sünnî Müslüman yok mudur? Bol bol vardır.

Peki bu hizmetler niçin yapılmıyor?

Benim aklımın erdiği kadar bazı sebepler sayayım:

1. Ehl-i Sünnet camiası üniter bir yapıya ve hiyerarşiye sahip değildir.

2. Dehşetli bir

bölünme, tefrika, parçalanmışlık, kopukluk

görülmektedir.

3. Ehl-i Sünnet’in başında kendisine itaat edilen genel bir

Emîr veya İmam,

onun danışma meclisi yoktur.

4. Ehl-i Sünnet camiasının dört başı mamur bir plan ve programı, bir stratejisi yoktur.

Bu yüzden yapılması mutlaka gereken hizmet ve faaliyetler yapılmamakta; yapılmasa da olacak şeyler ise yapılmakta, bunlar için bir yığın para, imkan, enerji, fırsat ziyan edilmektedir. Bazısı küfre kadar giden bir yığın bid’at çıktığı halde Ehl-i Sünnet camiası bunları red, cerh ve tenkit konusunda çok yetersiz kalmaktadır.

İslâm’da işin başı itikad, inançla ilgili temel meselelerdir.

Mücessime

denilen bozuk bir mezhep türemiştir. Bunlar

Yüce Allah’a zaman, mekân, cisim, cihet, inmek çıkmak, insanlar gibi organlara sahip olmak noksan sıfatlarını yakıştırıyor.

Vaktiyle Ehl-i Sünnet ulema ve fukahası bunları red konusunda binlerce eser yazmıştır. Bu eserlerden bazısının tercüme edilip, yüz binlerce adet basılıp halka gerçeklerin duyurulması gerekmez mi? Bu hizmet niçin yapılmıyor?

Bozuk, bid’atçi, doğru yoldan çıkmış birtakım yazarlar Ashab-ı Kiram’a saldırıyor, nice sahabenin din konusunda âdil olmadığını iddia ediyor.

Bu iftiralar niçin çürütülmüyor?

Evet bazı cevaplar veriliyor ama bunlar yeterli değlidir. Çok faydalı bir reddiye kitabı yazılmış, 1000 adet bastırılmış, üzerine yüksek fiyat konulmuş… Bu reddiye yeterli olur mu? Bu konuda çok düzgün, çok