Çarşamba

 

Gece saat üçten birkaç dakika önce Sultanahmet camiinin kubbesi üzerinde oturan yüzlerce martı korkunç çığlıklar atarak havalanmışlar. Bu manzarayı görenler bir şeyler olacağını anlamış. Ardından, üçü iki geçe yer deprenmeye başlamış.

Uyuyordum, korku ve dehşet içinde uyandım. Zeminden homurtular geliyor, ev titriyor, bütün eşyalar sallanıyor, dolaplar mobilyalar gıcırdayarak titriyordu. Zifiri karanlıktı, lambayı yakacak vakit ve imkân yoktu. Kendimi biraz olsun muhafaza etmek için karyolanın altına girdim dua okumaya başladım. Zelzele bütün şiddetiyle sürüyordu. Geçirdiğim dakikalar, hayatımın son anları olabilirdi. Allah’a yönelik olmalıydım.

Kırk küsur saniyelik depreniş bana ne kadar uzun göründü. Sonra sallanma ve deprenme durdu, ayağa kalktım, üzerime pantolon gömlek giydim, sokağa çıkmaya hazırlandım. Elektrikler ansızın söndü, kibrit çaka çaka kapıya ulaştım. Koridorda kitaplar devrilmiş, mutfak altüst olmuş, salondaki bazı cam ve porselen eşya yerlerinden düşüp kırılmıştı. Evi terketmeden önce kedime seslendim, ses vermedi.

Mahalleli, civardaki otellerin yabancı müşterileri sokaklara fırlamıştı. Kimisi giyinmeye vakit bulamamış, açık saçık gece kıyafetleriyle evlerden, otellerden kaçmıştı.

Fecir vaktine doğru Sultanahmet meydanı, civardaki parklar iyice dolmuştu. Arabalarıyla battaniye ve yatak getirenler çimenler üzerinde yatıyorladı. Sultanahmet’te ve öteki camilerde ezan okunmaya başlandı. Halkın bir kısmı ibadet için ulu mâbede girdi. Normal günlerde üç beş kişilik bir sabah cemaati olan camide iki saf meydana gelmişti. Şiddetli sarsıntı kubbeden, kemerlerden küçük sıva, alçı ve boya parçalarını kopartıp halılar üzerine sermişti. İmam Emrullah efendi, ikinci rekatta zelzele suresini okudu. Tesbihat ve duadan sonra cemaate birkaç söz ediyordu ki, yeni bir uğultu ve sarsıntı başladı. Cemaat paniğe kapılmadan acele camiyi terketti.

Yer sık sık sarsılıyor, depreniyordu. Bu seferkiler birinci sarsıntı kadar şiddetli değildi. Halk radyoların başına toplanmış haber almaya çalışıyordu.

Saat sekizden sonra eve girdim. Uzandım, uyumaya çalıştım. Devam eden sarsıntılar uyutmadı.

Zelzele esnasında kedim evdeydi. Aradım, hiçbir köşede bulamadım. Ne oldu acaba? 1997’de de kırk beş gün kayıplara karışmış ve sonra bir gözü kör olarak geri dönmüştü. Tekrar geri gelir mi acaba? İnşaallah… Üçüncü kat penceresinden bahçeye atlamış olmasın? Atlayabilir mi?

Zelzelede ölenlere rahmet, yaralılara şifa, henüz enkaz altında bulunanlara acil kurtuluş niyaz ediyorum.

Yakın zamanlarda birkaç defa yazmıştım. Temmuz, ağustos aylarında önemli hâdiseler olabilir; belâ ve musibetleri defetmek için sadaka verin demiştim. Bu tavsiyemi tekrarlıyorum. Fakir fukaraya yardım edin, kedi köpek gibi hayvanları doyurun, günahlarınıza tevbe edin, hesabınızı gözden geçirin, servet ve kazancınıza haram karışmışsa onları mutlaka temizleyin.

Bundan sonraki aylarda mecazî manada birtakım zelzelelerle sarsılabiliriz. Malî ve iktisadî büyük bir çöküntü olabilir. Ardından siyasî çöküntü gelebilir. Ülke iğtişaşlar, ihtilaller, mârekeler ile sarsılabilir. Yıllardan beri büyük isyanlar, büyük günahlar, büyük zulümler yaşanıyor. Fısk, fücur, tuğyan yaygınlanmıştır. Mâruflar (iyi, güzel, emredilmiş şeyler) yasaklanmış, münkerler (kötü, çirkin, nehyedilmiş) şeyler emredilir olmuştur. Bir yanda zâlimler ve kâfirler, öte yanda beyinsiz ve muhteris din baronları Müslümanları perişan etmektedir. Fuhuş, içki, kumar, faiz, haram yiyicilik teşvik edilmekte; helal kazanç, emek, kanaat, dindarlık horlanmaktadır.

Para tek değer haline gelmiştir. Sürülerle insan Allah’ın zikrinden yüz çevirmiş, Tağut’ların peşinden gitmeye başlamıştır. İsraf, gösteriş, gurur, kibir, nefsperestlik almış yürümüştür. Halkın bir kısmı sefil ve perişan yaşarken, mutlu ve putlu bir azınlık Nemrud’lar, Firavun’lar, Neron’lar gibi çılgınca bir hayat sürmekte; zevk, sefa, haz peşinde koşmaktadır.

Bu memlekette İslam vardır elbette, lakin bir resim ve isimden ibaret kalmıştır. Dinsizler ne kadar suçlu ve veballi ise, sahte dindarlar, mukaddesat sömürücüleri de o kadar, hatta onlardan fazla suçlu, sorumlu, veballidir.

Sultanahmet camiinde zelzele münasebetiyle iki saflık cemaat olduğunu söylemiştim. O korkunç, dehşetli zelzeleye rağmen sadece iki saf… Bu memlekette, bu şehirde Müslüman olsaydı, o ulu mabedin her sabah binlerce cemaatle, mihrabtan ta kapıya kadar on saf, on beş saf cemaatle dolması gerekmez miydi?

Amelî planda namaz cemaati Resûl-i Kibriya efendimizin en büyük ve müekked sünnetidir. Resûl’un peşinden ve yolundan gittiklerini sanan Müslümanlar niçin bu sünneti yaşamıyorlar, yaşatmıyorlar.?

Zelzeleyi gördünüz, dehşetini yaşadınız. Zemin ve âsümandan nasıl korkunç homurtular geliyordu. Yer nasıl hırsla, öfkeyle titriyor, depreniyordu, binalar nasıl tirtir titriyordu. Zelzelede sokaklara, meydanlara da güven olmaz. Nice büyük yer sarsıntıları olmuştur ki, toprakta kocaman yarıklar peydah olmuş, koca koca evler, devasa ağaç/lar, binitler bunların içinde kaybolmuştur.

Siz ateistlere, kâfirlere, zâlimlere, Allah’a meydan okuduklarını sanan şaşkınlara bakmayınız. Zelzele, Allah’ın işlerindendir. Zelzele bir uyarıdır, bir haberdir. Bu uyarıdan ibret almayacak mıyız? Kendimizi toparlamayacak mıyız? Nefsimizi ıslah etmeyecek miyiz?

Zelzele bitti, geldi geçti. Eski minval hayata devam. Gaflet, dalalet, bid’ad, günah, israf, fısk, fücur, nifak, şikak, zulüm, teaddi, gurur, kibir, hedonizm, nefsperestlik… Zelzele bir âyettir. Agâh olun, uyanın, uyanın… 19 Ağustos 1999