Pazar

 

Onlar Allah’ı ve âhireti unutmuşlardı. Bütün gayretleri bu dünya içindi. Zengin değillerdi, orta tabaka mensubuydular. Akılları, ilimleri, irfanları, kültürleri, vicdanları, ufukları yetersizdi. Evler edinmişler, var güçleriyle onları süslemek için çalışıyorlardı. Borca girerek, taksitle televizyonlar, müzik setleri, buzdolapları, otomatik çamaşır makinaları, bulaşık makinaları, koltuklar, kanapeler, gardroplar, büfeler, gümüş eşya, porselenler, kristaller, halılar, âvizeler ediniyorlardı. Misafir odaları, salonları çok temiz dursun diye, akşam yorgun argın eve gelen kocalarını ev kadınları bu salonlara sokmuyorlardı. Her şey gösteriş içindi.

Günde saatlerce televizyon başında oturuyor, beyinlerinin yıkanmasına yardımcı oluyorlardı. Şartlanmış durumdaydılar. Çocuklarının daha iyi şartlar altında yaşamasını istiyorlardı. Akılları fikirleri maddî menfaat, kazanç, zevk, hazdı.

Ansızın zelzele geldi ve böylelerinin dünyalarını başlarına yıktı. Önem verdikleri bütün eşyalar, mallar ellerinden gitti. Canlarını kurtarabilenler şimdi çadırlarda yaşıyor, çadır bulamayanlar da var.

Ülkemizdeki çarpık eğitim, kötü medya on milyonlarca halkın dinî inançlarını sarsmış, ahlâkını bozmuştur. İslâm dininin telkin ettiği kanaat, tevazu, helâl kazanmak, haramlardan kaçınmak, hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için, yarın ölecekmiş gibi âhiret için çalışmak, merhametli ve yardımsever olmak, muhtaçların imdadına koşmak gibi bir Müslüman toplumu ayakta tutan fazilet ve hasletler iyice erozyona uğramıştı. İyi yemek, iyi giyinmek, müzeyyen evlerde oturmak; lüks, rahat ve konfor içinde yaşamak; daha fazla kazanmak, daha fazla tüketmek; gurur, kibir ve gösteriş sergilemek… İşte onların yaptıkları buydu. Otomobile büyük değer veriyorlardı. İmkanlarını, bütçelerini aşan lüks ve gösterişli arabalar satın alıyorlardı.

Böyle düşünenlerin bir kısmı son zelzelede her şeylerini kaybettiler. Kayıp ve zarara uğrayanların hepsi böyleydi demiyorum. Lakin kurunun yanında yaş da yandı. Âyette meâlen: “Öyle bir musibetten korkunuz ki, o sadece içinizdeki kötülere gelmez (umumunuza birden gelir)” buyurulmuyor mu?

İslâm dinini temsil edenler, zamane hacıları hocaları son otuz yıl içinde Müslüman halkı eğitemediler, onlara iyi örnek olamadılar, İslâm’ı gereği gibi yaşayamadılar.

Saraylarda oturan din baronları en lüks, en pahalı, şahane limuzin otomobillerle gezip tozdular. Kendileri ve yakınları eski hükümdarlar gibi yediler içtiler, giyindiler. Tantanaları, debdebeleri, israfları, gurur ve kibirleri, nümayişleri peşlerinden giden sözde dindar kitlelere çok kötü örnek oldu. Nice farzları ve sünnetleri çiğnediler. Hindistan’daki kadim mihraceler ve racalar gibi ihtişamlı hayatlar sürdüler.

Zelzele yaraları sarıldıktan sonra ne olacak? Âfetzedeler dine, tevazua, kanaate yönelecek mi? Yoksa eski hamam eski tas yine müzeyyen meskenler, yine evin beyinin bile oturamadığı lüks salonlar, yine bir sürü lüks eşya için mi çalışılıp didinilecek?

Madalyonun Arka Yüzü

NEVVAL Sevindi’nin 18/24 Eylül 1999

ihli Aksiyon dergisinde çıkan “Dönecek mi Güzel Günler Geri?” başlıklı yazısından:

•… Şerife hanım diyor ki: “Çok şımarmıştık çok! Hiç bir şeyin kıymetini bilmiyorduk. O şıkır şıkır Adapazarı yıkıldı gitti. Çocuklarımı sokağa salmazken, şimdi hepimiz sokakta yatıp kalkıyoruz.”

• Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Harmanlı çadırkentinde 3000 kişiye yemek çıkartıyormuş. Yemeği yiyen kayboluyormuş. Hiçbir kadın bulaşık yıkamıyormuş. Sadece bir kadın yıkıyormuş, ona da “Sen bulaşıkçı mısın, yoksa para mı alıyorsun?” diye baskı yapıyorlarmış. “Böyle bencil insanlar. Hep şikâyet ediyorlar. Ne teşekkür var, ne şükür.”

• 11 yaşındaki Emre ağlayarak insanların saldırganlığından şikayet ediyor: “Ne olur sıraya girsinler. İtip kakıyorlar, ellerini kollarını insanın tırmalıyorlar.” Bir yardım kamyonu gelince insanların vahşileştiğini ve ezip geçtiğini çok hüzünlü bir şekilde aktarıyor. Bir çocuğun, yetişkinler dünyasındaki bencil saldırıya itirazı…

• “Altınova muhtarı kendi evini kendi yıkıyormuş, yıkım parası almak için” diye söyleniyor bir kadın. İnsan kendi evini nasıl yıkar bir türlü aklı ermiyor.

• Şerife hanım yıkıntılara bakıp konuşuyor: “Buralarda kadınlar ev, eşya peşindeydi sadece. Temiz evlerde titizlik budalası halindeydiler. Özürlüler Yetiştirme Yurdu’nda gönüllü annelik yapıyordum. Çocuklara çikolata almak için 500 bin lira ya da bir milyon verin ne olur dediğimde “Boşver canım! Kendine mi istiyorsun?” diye vermezlerdi.

• Sosyal dayanışma bilmeyen kadınlar toplum için çalışmayı sevmiyorlarmış….. Ev kadınları topluma duyarlı değildi ve onları toplumsal çalışma alanına çekmek neredeyse imkansızdı. Kadınlar evleri kadar topluma ve yaşadıkları şehre de sahip çıkmaları gerektiğini bir türlü kavrayamıyorlardı. Toplum ve sorunlarına yabancılaşmış kadınlar birden kendilerini âfetzede olarak buldular. Bir gecede!

• Enkaz kaldıran Japonların yorumunu aktardılar bana: “Evlerinizde her türlü lüks eşya var. Kulağınızda küpeler, bilezikler… Neden deprem için evinize yatırım yapmadınız. Bu daha hayatî…”

• Memurun bile evinde Arçelik klima varmış. Ama mal alma can almış durumda.

• (Yardım dağıtılırken) başkasının hakkına el koymak için kavga edenler olduğunu anlatıyorlar. Bir yardım kamyonunun sorumlusu başa çıkamamış artık, “Bu yardımları üç ayda seksen milyon lira emekli aylığı alan insanlar gönderdi. Allah razı gelmez, hakkı olmayan almasın” diye yalvarmış ama pek kalplere işlememiş. Çünkü onların kalbi yokmuş.

• …..Eski belediye başkanı Sevim Sözer’i anıyor insanlar. Üç kat zorunluluğunu kaldıran belediye meclisi ile nasıl mücadele ettiğini, ama kimsenin ona sahip çıkmaması sonucu yasanın (tüzüğün) değiştirildiğini, üç katların hemen altı ve yediye çıktığını anlatıyorlar.

• Aysu’nun dayısı da göçük altında kalmış. “Yandaki komşumu çıkartmaya geldi oğlu, ben de seslendim, bacağımın üstünde kiriş vardı. Annesini çıkardı ve çekip gittiler…” 27 Eylül 1999