Pazar

 

Medya aksettirmiyor ama İstanbul’da dehşetli bir zelzele paniği, tedirginliği, korkusu var. Yeşilköy, Florya tarafındaki lüks daireler çok ucuza satılığa çıkartıldı, alan yok. Tekirdağ sahil şeridinde üç milyara kadar düşmüş yazlıkların fiyatı. Adalar boşalmış, mülk fiyatları yarı fiyatına inmiş. 17 Ağustos zelzelesinden sonra bazı açıkgözler mutlaka boşaltılması gereken hasarlı binaları tamir ettirip boyatıp yeniden kiraya vermişlermiş, şimdi onların sahipleri de kiracıları da kara kara düşünmek zorundalar. İmkanı olanlar kuzey bölgelerine, depremin fazla sarsmadığı, yıkamadığı sağlam zeminli yerlere göç ediyorlar. Büyük bir halk kitlesi geceleri tavşan uykusu uyuyor; her an bir sarsıntı olabilir.

Gazete ve televizyonlarda, halkın heyecanını azaltmak için “Korkmayın, İstanbul fay hattı Marmara Denizi’nde, şehre otuz kilometre uzakta” şeklinde beyanlarda bulundular. 17 Ağustos zelzelesi İstanbul’dan iki yüz, en az yüz kilometre uzaktaydı; o uzaklığa rağmen şehri fena halde sarsmıştı. Otuz kilometre uzaklıkta olan bir zelzele elbette çok daha fena sarsabilir. Tarih boyunca büyük İstanbul zelzeleleri unutulmamalıdır.

Marmara bölgesinden yurdun çeşitli bölgelerine, tersine bir göç hareketi başlamış. Binlerce âile vatan-ı aslîsine rücu ediyor.

Bütün bu telâş, korku, heyecan, tedirginlik içinde lüks eğlence ve fuhuş yerleri yine ağzına kadar dolu. Diskoteklerde, pahalı meyhanelerde, sefahathânelerde yeniliyor, içiliyor, pornografik gösteriler seyrediliyor. Zengin tabaka buralarda su gibi para harcıyor. Bu müesseselerin gorilleri, çam yarması koruma memurları var.

Rüşvet, hırsızlık, talan, soygun, hazine yağması, bütçe hortumlaması, adam kayırma bütün hızı ve şiddetiyle sürüyor.

Üniversite kapılarında başörtülü kızlar beklemeye, ağlaşmaya devam ediyor. İlgililerin ve sorumluların yürekleri sanki taştan. Kendi vatanlarının mâsum çocuklarına hiç mi hiç acımıyorlar. Dindar kesimden, islâmî hizmet yapacağız, sizi kurtaracağız diye trilyonlar, katrilyonlar toplayan sözde dindar babalar ve baronlar da merhametsiz ve ilgisiz.

İnanç ve fikirlerinden dolayı yakalanan, sorguya alınan bazı vatandaşlara soğuk mahzenlerde günlerce işkence yapılıyor, elektrik veriliyor, insan hakları çiğneniyor.

Günlük bir büyük gazete sevinç içinde sürmanşetten şu haberi veriyor: “Kur’ân’ın iki yüz otuz âyetinin artık hükmü kalmamıştır, çünkü bunların yerine pozitif kanunlar gelmiştir, dinde reform yapılacaktır…”

Düzce’de, Bolu’da depremzede halk iliklere kadar donduran soğuklarda çadırsız, perişan vaziyette, ağlayarak, öfkeden çatlayarak bekleşiyor. Diğer yanda sarayların altın yaldızlı dekorları içinde ihtişamlı resmî ziyafetler veriliyor, en nâdide yemekler yeniliyor, türlü türlü şaraplar, şampanyalar içiliyor.

İrtica denilerek İslâm’a saldırılıyor, gerici denilerek dindar vatandaşların hakları çiğneniyor. Kokuşma, ehliyetsizlik, emanete hıyanet içiçe girmiş. Çeteler, mafyalar, egemen azınlıklar, devlet biziz diyenler dehşet saçıyor.

Türkiye perişan vaziyette. Ekmeklik buğdayını, etini bile ithal etmek zorunda bırakılmış; sanayii, ziraati, hayvancılığı, parası, maliyesi, eğitimi, üniversiteleri çökertilmiş. Birtakım kodamanların oğulları, kardeşleri, yeğenleri, akrabaları, yakınları, arkadaşları memleketi haraca kesiyor. Bankalar soyuluyor, vurgunlur vuruluyor, millet ve devlet talan ediliyor. Bütün bu feci manzara içinde en büyük tehlike irticadır deniliyor. Nedir irtica? Uygulamaya bakıyorsunuz, irtica dedikleri İslâm’dır.

Zelzeleler durmak bilmiyor. 17 Ağustos’tan beri yer sallanıp duruyor. Arzın bu deprenmesi Allah’ın bir ihtarıdır, ilâhî bir mücazattır diyen Müslümanlar suçlu muamelesi görüyor. “Hayır, zelzele Allah’tan değildir, o yerin deprenmesinden, toprağın kırılmasından ileri geliyor” diyor ateistler, çağdaşlar, uygarlar. Allah’ı devreden çıkartmak istiyorlar.Allah denilince çok öfkeleniyorlar.

Lâik, çağdaş, ilerici, sağcı, solcu, Atatürkçü, Müslüman, İslâmcı hepimiz son otuz kırk yıldır ektiklerimizin meyvelerini biçiyoruz. Rüzgâr ekmiştik, fırtınalar biçiyoruz.

İlme, irfana, kültüre, sağduyuya, mantığa, hikmete, ihtisasa, ehliyete arka çevirmiştik, şimdi cezasını çekiyoruz. Yalanın, emanete hıyanetin, vaadinden dönmenin, demagojinin, şarlatanlığın, arivizmin meyvelerini devşiriyoruz.

Otuz kırk yıldır ucuz ve gülünç reçetelere bel bağlayan, olmayacak dualara âmin diyen Müslümanlar şimdi ne yapacaklarını şaşırmış vaziyette bekleşiyorlar. Sadece bir faaliyet hiç azalmadı, gevşemedi. O da din adına para toplamak. Hani şimdiye kadar toplanan paralar bizi kurtaracaktı!

Canavar Patronlar

Taşrada bir fabrikanın sahipleri zavallı köy kızlarını ayda 20 (yirmi) milyon liraya çalıştırarak onların sırtından yüz milyarlar kazanıyormuş. Bu fabrikatörlerden biri geçenlerde yaptığı Fransa seyahatinde 130 milyon liraya bir gömlek satın almış.

Böyle iş adamlarının bulunduğu bir memleket sonunda batmaya mahkûmdur. Biz, haram yolla kazanılmış nice büyük servetlerin kısa zamanda yokolduğunu, gurur ve kibir içinde yaşayan sahiplerinin yine başladıkları noktaya geldiğini görmüşüzdür.

Çalışanın hakkını vermeyen patron bir canavardır. İşçi kıza ayda 20 milyon lira maaş, kendine 130 milyon liralık gömlek. Bu insanlık değildir. 22 Kasım 1999