Zengin bir hanıma
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 10 Mart 2019
Geçenlerde bir grup içinde, beyinizle birlikte Londra’ya gitmiş ve turistik bir seyahat yapmışsınız. Oraya gitmişken British Museum’un, hiç olmazsa İslâm sanatları bölümünü gezmeden dönmüş olmanızı doğrusu ayıpladım.Siz inançlı, tesettürlü zengin bir hanımsınız, zevceniz de dindar. Maşaallah büyük bir servetiniz ve madî imkânınız var. Lâkin kültürünüzün, paranız kadar çok olmadığı anlaşılıyor. İkinci tenkit edeceğim husus, orada büyük ve lüks mağazalara gitmiş ve hesapsız kitapsız, çılgınlar gibi para harcamışsınız. Bir eşarba 150 milyon lira verdiğinizi öğrendim. Bu bir israf değil midir? Diyeceksiniz ki, “Biz zekâtımızı verdikten sonra, paramızı dilediğimiz gibi harcayabiliriz!” Hayır, harcayamazsınız. Çünkü Allah Kur’ân’da israfı, saçıp savurmayı yasak kılıyor. “Allah müsrifleri sevmez” meâlinde âyet olduğunu duymadınız mı? İsrafı Peygamber de kötülemiş ve Ümmetine yasak kılmıştır. On dört asırdır gelip geçmiş bütün İslâm âlimleri ve şeyhleri de israfa karşı olmuşlardır. Sizi Londra mağazalarında alış veriş ederken gören birisi, “…… Hanım dililer gibi para harcadı” dedi. Doğrusu sizin gibi tesettürlü, imanlı, namazlı bir Müslüman hatunun bu halini çok yadırgadım. Zenginlikten, büyük servetten, bol gelirden doğan aşırı tüketim ikiye ayırılır: Biri, gösterişe, kibre, gurura, gaflete, numâyişe, bencilliğe, servet sarhoşluğuna işaret eden israflı ve kültürel kıymeti olmayan tüketimdir. İkincisi, kültüre, sanata yönelik kaliteli tüketimdir. Maalesef sizin yaptığınız birinci sınıfa giriyor. Sizden, Londra’ya gitmişken, oraya yetmiş iki milletin göndermiş olduğu el sanatı eserlerinden almanız beklenirdi. Meselâ Çin’den, Hindistan’dan, başka ülkelerden ithal edilmiş el dokuması, kök boyalı nefis ipekli kumaşlar, başka el sanatı eserleri. Orada kaç gün kaldınız, eski ve antika eşya satan dükkânları dolaşıp da zevkinize hitap edecek bir şey getirip niçin salonunuza koymadınız? Siz, Türkiye’de de Londra’daki gibi hareket ediyorsunuz. İstanbul’daki Türk İslâm Eserleri Müzesi’ne bir kerecik gittiniz mi? Makine ile dokunmuş, sentetik boyalı ve hiçbir sanat kıymeti olmayan bir eşarba, nihayet bir kumaş parçasına 150 milyon lirayı hiç düşünmeden verdiniz ama, evinizi aydınlatacak orijinal bir hüsn-i hat levhasına birkaç yüz milyon veremezsiniz. Halbuki böyle bir hat levhası sizden sonra çocuklarınıza, torunlarınıza kalacaktır. İstanbul’un mutena bir semtindeki birkaç yüz milyar değerindeki lüks evinizde bir tek el dokuması, kök boyalı halı yokmuş. Yerlere fabrika dokuması uyduruk makina halıları sermişsiniz. Evin her yeri Afrika graniti, lambri, kristal, gümüş eşya doluymuş. Vitrinlerinizde, büfelerinizde saçma sapan porselenlerle cam eşya varmış. Gardrobunuzda en pahalı kostümler, mantolar, pardesüler bulunuyormuş. Ayakkabılarınız en lüksündenmiş. Eşarplarınızı söylemeye lüzum yok. Bir tanesine Londra’da 150 milyon verdiğinize göre eşarp kolleksiyonunuz yekûn itibarıyla birkaç milyar tutar sanırım. Hanımefendi, sakın kendinizi müdafaa etmeye kalkışmayınız. Siz, öldüğü zaman zırhı, Medineli bir Yahudi’de, birkaç ölçek buğday mukabilinde rehin bulunan Peygamber’in (Salat ve selâm olsun O’na!) dinine mensupsunuz. Unutmayın, sizin ezelde “Kaalû belâ” deminde Allah ile yaptığınız bir ahd ü misakınız vardır. “…Muhammed Resûlullah” demek sûretiyle Peygamber’e biat etmiş olduğunuzu da unutmayınız. Madem ki, paranız, servetiniz, maddî imkânınız yeterlidir, bu ahd ü misak, bu biat sizi ilimli, irfanlı, kültürlü, ahlâklı, faziletli, hikmetli, sorumluluğunu idrak etmiş iyi, doğru, güzel, örnek bir Müslüman haline getirmelidir. İradenizi bu yolda kullanmak zorundasınız. Gösterişi, sorumsuzluğu, israfı, câhilliği, gecekondu kafasını, varoş zihniyetini bir kenara bırakıp kendinize bir çeki düzen vermenizi tavsiye ederim. Hürmet ve selâmlarımla.
İnsanlar İslâm’a dâvet edilmelidir. İnsanlara İslâm tebliğ edilmelidir. Zamanımızda bazı tarikatlar, mezhepler, meşrebler insanları kendi cemaatlerine dâvet ediyorlar ki, bu yanlış bir metoddur. Bir insanın bir tarikata intisap etmesi bir nasip meselesidir. Bütün insanları, bütün Müslümanları bir tarikata, bir mezhebe, bir meşrebe sokmayı istemek akıllıca bir şey değildir. İslâm’a dâvet genel, tarikata dâvet sınırlıdır. Bütün Müslümanların Nakşî yahut Nurcu yahut Feşmekân Hocacı olmasını istemek ve bu yolda gayret göstermek, İslâmî çeşitliliğe zarar verici bir asabiyettir. Ümmetin çeşitliliğinin geniş bir rahmet olduğunu Peygamber Efendimiz bildirmiştir. Şu dinî topluluğa bakınız. İslâm dinini kendi cemaatlerinin içine sığdırmaya, Ümmeti bir hizip veya fırkanın içine sokuşturmaya çalışıyorlar. Bunlarda hiç akıl ve ferâset yok mu? Tarikat kemmiyete dayalı değil, keyfiyete dayalı bir müessesedir.Oraya istidadı olmayanlar alınmaz. Bir tarikatı istidatsız, işe yaramaz, fuzulî adamlarla doldurmak, kelle sayısını yükselteceğiz diye keyfiyeti düşürmek o tarikata verilecek en büyük zarardır. Ağ ile balık tutar gibi, hiçbir seçim ve araştırma yapmadan adam toplayan şu tarikatların haline bakınız. Çile yok, seyr-i süluk yok, terbiye yok. Ha babam adam toplanıyor, bu adamlardan para toplanıyor. Nefs terbiyesi yapılmıyor. Böyle tarikatçılık olur mu? Bundan ne hayır gelir. Tarikat demek, insanları mânevî bakımdan olgunlaştıran, yükselten, gerçek Müslüman yetiştiren mektep demektir.Tarikata ham giren olgun olur. Kereste gibi giren yontulur, kâmil adam haline gelir. Herif sözde tarikata girmiş, fakat onda hiçbir salâh eseri görülmüyor. Gıybet yapıyor, insanları kırıyor, mâlâyani ile uğraşıyor. Böyle ucuz dervişlik olur mu? “Benim şeyhim hakikî şeyh, ötekiler yalancı şeyhtir… Benim tarikatım haktır, ötekiler bozuktur…” Böyle hezeyanlar sarfeden bağlıdan ne kendisine, ne dine, ne ümmete hayır gelir. İslâmî cemaatler keşke gerçekten âlim, ârif, kültürlü, ihlâslı, müstaqim, tesirli, nüfûzlu, vasıflı, güçlü, üstün yüzer tane adam yetiştirseler. Böyle bin adamla Türkiye kurtulur. 17 Ağustos 1998 Pazartesi