Zengin Çocukları ve Din Hizmetleri
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 02 Şubat 2019
Pazartesi
Din hizmetleri, en önemli, en hayatî, en ulvî hizmetler değil midir? Din mukaddes muazzez, ulvî, yüksek olduğuna göre onunla ilgili hizmetlerin de öyle olması gerekmez mi?..
Madem ki, din ve onunla ilgili hizmetler böylesine kutsal ve yüksektir; zengin, yüksek tabaka, okumuş, medenî, şehirli, nüfuzlu Müslümanlar; en zeki, en akıllı, en istidatlı çocuklarını niçin bu hizmetlere yöneltmemişlerdir? Niçin zengin, varlıklı, ünlü, nüfuzlu, tesirli müslüman ailelerden, müftü, imam, vâiz, din dersi öğretmeni yetişmemiştir.
Birtakım sözü dinlenen seçkin Müslümanlar son elli yıl boyunca dine hizmet diye bağırdılar ama bir tanesi bile oğlunu din hizmetlerine vermedi.
Kırsal kesimdeki fakir fukaranın muhtaç ve imkânsız çocukları toplandı; Kur’ân kurslarında, gizli medreselerde, İmam-Hatip okullarında okutuldu. Zengin, kodaman, imkânlı Müslümanların ve İslâmcıların çocukları ise kolejlere gönderildi; lise tahsilinden sonra kimi doktor oldu, kimi mühendis, kimi işletmeci. Bunların bazılarına Avrupa’nın, Amerika’nın en gözde ve pahalı üniversitelerinde büyük servetler harcanarak yüksek tahsil yaptırıldı.
Din hizmetlerine zengin ve seçkin Müslümanların rağbet etmemesinin sebebi nedir? Din hizmetinde para olmadığı için mi? Öyleyse vah vah, çok yazık demek gerekir. Ailesi zengin olan, hazır rant gelirleri olan bir din hizmetlisi maddî sıkıntı çeker mi?
Yüksek tabaka Müslümanları tenâkuzlar
içinde yüzüyor. Hem
diyorlar. Hem de hiçbiri oğlunu bu sahada yetiştirmiyor. Bu, sadece bir çelişki değil, bir samimiyetsizlik, bir nifak alameti de değil midir?
Şu anda ülkemizde 100 bin kadar müftü, vaiz, imam, müezzin, din dersi öğretmeni bulunuyor ve bunların hemen hepsinin kökeni kırsal kesimdir, taşradır, varoşlardır. Bağdat caddesinden, Boğaziçi yalı veya köşklerinden, korular içindeki bir milyon dolarlık kâşânelerden; zengin ve görgülü burjuva ailelerinden, önemli ve ünlü familyalardan, büyük bürokrat, büyük akademisyen çocuklarından resmî din hizmeti yapan bir tek kişi bilmiyorum.
Böyle yazdığım için bir takım kıt-akıllılar beni köylü düşmanlığı yapmakla suçluyor. Halt ediyorlar!.. Bendeniz çok ıssız bir yerde doğdum, yedi yaşıma kadar, 1930’ların fakir ve yoksul Türkiyesi’nin kırsal kesiminde büyüdüm.
Köylü, kırsal kesim, gecekondu, varoş, taşra derken zihniyeti, medeniyet durumunu kasd ediyorum.
Niçin kodaman, zengin, varlıklı, iyi bir hayat süren, makam ve mevkii sahibi olan, İslâmî hareketi temsil eden, onun başını çeken Müslüman şahsiyetler ve aileler oğullarını din hizmetlerine yönlendirmemişlerdir? Camilerdeki mihrablar, vaaz kürsileri, hutbe minberleri, müftülük makamları Peygamber mevkii değil midir? Doktorluk, mühendislik, işletmecilik bu hizmetlerden daha mı ulvî idi ki, zengin ve yüksek
Din hizmetlerinin parası yokmuş, itibarı yokmuş… İhlaslı bir Müslüman için bunlar, hizmetten kaçmak için geçerli sebep midir? Son elli küsur sene içinde din hizmetleri konusunda şehirli, medenî, çağ seviyesinde, güçlü, vasıflı, üstün elemanlar yetiştirmediğimiz, bunlardan müteşekkil müessir ve tuttuğunu kopartır kadrolar kurmadığımız için bakınız ne hallere düştük. Türkiye’deki İslamî hareket tam mânasıyla bir kırsal kesim, köylü, gecekondu, varoş hareketine dönüşmüştür.
Kurmay sınıfı olmayan bir ordu düşünebilir mi? Sadece gece bekçileri ile bir emniyet teşkilatı başarılı şekilde hizmet görebilir mi? Büyük şehirlerin zengin ve üst tabaka mahallelerinde hizmet gören imamların, vaizlerin çok yüksek, en yüksek kültür, medeniyet, görgü, sanat, seviyesinde olmaları gerekmez mi?
İslâm bir kırsal kesim dini midir ki, onun hizmetlileri hep kırsal kesim kökenli oluyor?
Size eski bir imamı örnek olarak anlatayım.
– Bu zat zahîrî-şer’î ilimlere sahipti, medrese tahsili yapmıştı. İcazeti vardı.
– Türkçe’yi çok iyi bilirdi. Onun yanında Arapça ve Farsça bilirdi.
– Aruzla şiir yazabilir, ebced hesabıyla tarih düşürürdü.
– Büyük bir hattattı.
– Geleneksel millî-dinî sanatlarımızdan ebrû sahasında üstaddı.
– Millî sporlarımızdan okçuluk sahasında ustaydı. Bu işin hem teorisini bilir, hem de yay ve ok yapardı.
– Tasavvuf neş’esine sahipti.
– Şehir görgü ve edebine sahip gayet nezih, efendi, mürüvvetli fütüvvetli bir İstanbul çelebisi idi.
– Bahçesinde yüzlerce çeşit gül yetiştirirdi.
Velhasıl bu zat, âlim, ârif, hünerli, maharetli, edib, ehl-i hırfet ahlak ve fazilet sahibi idi. Sohbetleri büyük küçük herkesi cezbederdi.
Osmanlının son zamanında böyle din hizmetlileri yetişmiş de, şimdiki İslâmcılar ve pabucu büyükler niçin yetiştiremediler?
Böyle söyleyip de beni güldürmesin kimse. Kuru bağlılık ile din hizmeti yürümez. Hizmette başarı için ilim, irfan, ahlâk, fazilet, kültür, sanat, edeb, erkan, takva, ihlas gerekir.
Osmanlı devrinde arapça kitap yazan ulema yetişiyordu. Şimdi var mı? Bana, Arapça veya İngilizce kitap yazıp bastırtan bir tek İmam ismi verebilir misiniz?
gençliğinde, medrese talebesi iken bir
yazmıştır. Bu zatın
da basılmıştır, bende bir nüshası vardır.
Anadolu çocuklarıydı, Arapça’yı medresede öğrendiler, kaza ve kaderin sevki ile ömürlerinin bir kısmını Mısır’da geçirdiler ve orada herkesi hayran bırakan
Şimdi bizde böyle zatlar yetişiyor mu? Din hizmetlileri içinde değerli şahsiyetler yoktur demiyorum, elbette çok az miktarda nâdir sanatkârlar bulunmaktadır.
Bin kere yazdım, bir kere daha tekrarlayayım:
En seçkin, en medenî, en imkânlı, en şehirli Müslüman ailelerin yeterli sayıda zeki, istidatlı, yüksek karakterli, çocuğu din hizmetlerine yöneltilmelidir. Bugünkü din mektepleri ve fakülteleriyle vasıflı, güçlü, üstün din hizmetlileri yetiştirmek mümkün değildir. Paralel-alternatif bir eğitim ile bunlar özel olarak yetiştirilmelidir. Aksi taktirde sürünmeye ve esârete devam… 17 Şubat 2004