Cumartesi

Zengin, hali vakti yerinde, orta hallinin üstünde olan Müslümanlara hitap ediyorum. Aşağıdaki hususlara önem versinler, ne yapılmak gerekiyorsa yapıp gerçekleştirsinler.

BİRİNCİSİ:

Evlerinin salonlarını, İslâm karşıtlarının salonlarından daha zevkli, daha sanatlı, daha estetik şekilde döşesinler. Öyle iki koltuk, bir kanepe, bir yemek masası, bir büfe, bir vitrin (içinde sanatsız porselenler, gümüşler, camlar…), tavandan saçma sapan, cangul cungul bir cam (kristal değil) avize sarkıyor, yerde birkaç makine dokuması sahte halı… Böyle dekorasyon olmaz. Her şey sanatlı olacak, güzel olacak, üstün olacak. Tavanda nefis bir ahşap tavan göbeği, avize öyle sıradan bir şey olmaz, mutlaka sanatlı olacak. Duvarlarda orijinal otantik gravürler, fermanlar, imzalı sulu boya ve yağlı boya resimler ve hüsn-i hatlar… Müslüman evinde mutlaka yazısı, tezhibi orijinal bir hilye-i şerif bulunmalıdır. Yer müsaitse, damgalı bir Süleymaniye mangalı, el dokuması, kökboyalı halılar… Ve mutlaka nefis, ahşap bir kütüphane içinde maroken ciltli kitaplar…

İKİNCİSİ:

Giyimde kuşamda rüküşlüğü bırakıp çok ciddi, çok güzel, sade fakat çok estetik kıyafetlere bürünmemiz gerekir. Hele birtakım sözde tesettürlü kadınların o gökkuşağı renklerini derhal terk etmeleri lazımdır. Müslüman kadın teşhircilik yapmaz. Saçlarını deve hörgücü gibi yapıp üzerine bir bez dolamakla Müslüman kadın, tesettüre girmiş olmaz. Bu konuda uzun konuşmayayım, ölçü şudur:

Lüks bir otelin bir salonunda 25 çağdaş çift olacak, bunların hanımları açık… 25 tane de dindar çift, bunların hanımları da kapalı. Bir kenarda Fransız, İtalyan, Japon, Türk de olsun, modacılardan oluşan bir bilirkişi heyeti var. Bunlar oradaki yüz vatandaşa bakacaklar, inceleyecekler ve sonra raporlarını yazacaklar

. “Başları örtülü hanımlar açıklardan daha kibar, daha sanatlı, daha estetik giyinmişlerdi. Beyleri de çok zevkli kostümler, gömlekler, kravatlar ile arz-ı endam ediyorlardı. Netice olarak dindarlar kılık, kıyafet, görünüş bakımından daha üstün, daha vasıflı, daha sanatlı, daha estetik bir manzara sergiliyorlardı…” Bunu dedirtebiliyorsan ne âlâ. Yoksa bugünkü rüküşlükle bir yere varamayız.

ÜÇÜNCÜSÜ:

Tuzu kuru, zengin, varlıklı Müslüman kesimin lüks, aşırı tüketim, aşırı konfor, gösteriş, gurur, kibir ahlâksızlıklarına en kısa zamanda son vermesi gerekmektedir. Ahlâksızlık dedim, doğrusunu söyledim, aklı başında vicdanlı bir Müslüman lükse, gösterişe, aşırı tüketime yönelmez. Eskiden bundan 50 sene önce büyük zenginler tanımışımdır, mütevazı ve orta halli bir hayat tarzına sahiptiler. Kesinlikle azmazlar, kudurmazlar, gösteriş yapmazlardı.

Son çeyrek asırda bir yığın türedi zuhur etti, şaşırdılar, ipin ucunu kaçırdılar, ne oldum delisi oldular. Böylelerini artık beş yıldızlı oteller de kurtarmıyor, yedi yıldızlı otellerde günde beş kez, üzerinde bin bir çeşit pahalı ve nadide yemek ve çerez bulunan açık büfelerde tıkınıyor, tatil dönüşü de

“Biz geçen hafta Seven Star Otelinde tatil yaptık…”

diye hava atıyorlar. Böyleleri zengin olmuşlar ama adam olamamışlardır. Yüce İslâm dini ve Şeriatı lüks ve israfı yasak ve haram kılmıştır. Halkın bir kısmı patates, makarna, bulgur pilavı yiyemezken, Müslüman zenginlerin Nemrud ve Firavun gibi bir hayat sürmeleri övünülecek bir şey değil, iğrenç bir yüz karasıdır.

DÖRDÜNCÜSÜ:

Günlük vakit namazlarında camilere zengin, varlıklı, yüksek tabaka, temsilci Müslümanlar gelmiyor. Bu durum Ümmet-i Muhammed’in namaz ve cemaat konusunda çok gevşek olduğunun apaçık bir delilidir. Müslüman zenginlerimiz bilhassa sabah ve yatsı namazlarında lüks otomobillerine binerek camilere gelmelidir. Fakir cemaat “Aaa, filan yeşil holdingin sahibi, falan filizî fabrikanın patronu, şu hipermarketin maliki camiye gelmiş…” diyerek sevinsinler. Cemaat kaçkını zengin Müslümanlar kendilerini Şeriatın, Sünnetin, fıkhın hükümlerinin dışında mı görüyorlar? Lüks otomobilleriyle ahiret açısından hiç faydası olmayan bir sürü yolculuk yapıyorlar, lakin Allah’ın rızasını, Resulullah’ın şefaatini kazandıracak işler yapmıyorlar.

BEŞİNCİSİ:

Müslümanlar kitap, kültür, sanat, dekorasyon, mimarlık sahalarında İslâm karşıtlarından daha vasıflı, daha güçlü, daha üstün olmalıdır. Keşke son elli yıl içinde beş yüz küsur imam hatip okulunun yanında on tane de güzel sanatlar lisesi açmış olsaydık. Keşke, istidatlı ve kabiliyetli birkaç yüz çocuğumuzu Paris’e, Milano’ya, Tokyo’ya göndererek onları dünya çapında modacılar olarak yetiştirmiş olsaydık. Maalesef bu sahalarda yaya kaldık ve acısını çekiyoruz.

Dindar veya dindarımsı kişilerin siyasette başarılı olmaları bizi aldatmasın. Bir ülkede sadece siyasi iktidar yoktur, birtakım paralel iktidarlar vardır.

Medya iktidarı,

Büyük finans, bankacılık, sanayi, ticaret, iktisat iktidarı, Eğitim, üniversite, kültür, sanat, kitap iktidarı. Bu paralel iktidarlara sahip değilseniz, sadece siyasi iktidarla ayakta durup bir şey yapamazsınız.

İslâm’ın temel prensiplerinden biri de doğruluktur. Doğruluk her Müslüman için farz-ı ‘ayndır. Sadece savaş esnasında düşmanı aldatmaya izin verilmiştir. Onun dışında eğrilik, hilekârlık, sahtekârlık, aldatma yapılamaz.

Bugün toplumumuz gırtlağına kadar eğriliğe batmıştır. Kokuşma korkunç boyutlara ulaşmıştır.

Ülke, devlet, halk soyulmaktadır. Müslümanların bu gibi pisliklerden, haramlardan kesinlikle uzak durmaları gerekir. Bu yazım birçoklarının hoşuna gitmeyecektir. Zaten ben de onlar hoşlansın diye yazmadım… 09 Eylül 2007