Salı tarihli yazı çıkmamıştır…

 

Zengin, varlıklı, mallı mülklü, bol paralı Müslümanların servetleri, ya Şeriat’ın helâl kabul ettiği miras, ticaret, sanayi, çeşitli hizmetler ile elde edilmiştir, yahut da az veya çok (bazen pek büyük bir kısmı) haram, gayr-i meşru yollardan elde edilmiştir. Birincileri takdir ederim, çünkü servetleri ile mâlî ibadetler yapabilirler, hayr u hasenatta bulunabilirler, böylece Allah katında ecr ü sevap kazanırlar. Bu helâl servetli Müslüman zenginlere aynı zamanda acırım. Çünkü helâl de olsa malın hesabı vardır. Gurur ve kibir getirebilir, bazı azgınlıklara sebebiyet verebilir. Ashab-ı kiramdan Abdurrahman ibn Avf hazretleri çok zenginmiş. Bir gün Resulullah’ın huzurunda otururken, Efendimiz malla ve parayla hayır hasenat yapmaktan bahsetmiş. Abdurrahman ibn Avf hazretlerinin o sırada Medine’ye yaklaşmakta olan bir ticaret kervanı varmış. Efendimizin anlattığı ecir ve sevabı kazanabilmek için 600 deveden meydana gelen o büyük kervanı, hem hayranları, hem de üzerlerindeki mallar ile, hayra sarfedilmek üzere efendimizin emrine tahsis etmiş. Böyle zengin kaldı mı? Dinimize büyük hizmet etmiş olan mezheb imamımız Ebû Hanife hazretleri de çok zengindi. Lakin kanaat ve tasarrufla yaşardı, takva ve zühd ehliydi.

Helâl ve meşru servetli Müslüman zenginlere gıbta bile edilmez. Onlara, mallarıyla hayır hasenat yapmaları, İslam’a ve Ümmet’e hizmet etmeleri için dua edilir. Allah yardımcıları olsun.

Gelelim ikinci sınıf Müslüman zenginlere. Onların durumu ne kadar kötüdür. Servetleri ne kadar çoksa hesapları ve azapları da o kadar çok olacaktır. Böyle zenginler için Hazret-i İsa efendimiz (Bizim sevgili Resûlümüze ve ona salat ü selam olsun), “Zenginlerin Allah’ın melekûtuna girmeleri, devenin iğne deliğinden geçmesinden zordur” buyurmuştur.

Eski zamanlarda bu kadar çok ve yaygın olduğunu sanmam, şimdi şu yaşadığımız devirde paraya, mala, zenginliğe karşı aşırı, azgın, kuduz bir sevgi vardır. Para, kütlelerin dini imanı haline gelmiştir. Çok sofu geçinen, kendilerini dindar sanan ve gösteren öyle anne ve babalar biliyorum ki, çocuklarının ileride iyi para kazanmaları, lüks ve rahat bir hayat sürmeleri, iyi yiyip iyi giyinmeleri, büyük ve dayalı döşeli evlerde keyif sürmeleri, lüks ve pahalı otomobillere sahip olmaları onların en birinci ve temel gayesidir. Ne kadar yanlış! İslam dini, Kur’an ve Sünnet, Şeriat ahkâmı bize böyle mi diyor? Tam tersine. Yüce dinimiz bize kanaati, tasarrufu, israftan ve lüksten kaçınmayı, ölçülü yaşamayı emrediyor. İsraf (savurganlık) kebairdendir, yani büyük günahtır. Tarih boyunca Müslümanlar ne zaman israfa, lükse, aşırı tüketime, konfora, rahata düşmüşlerse başlarına bir sürü belâ ve musibet gelmiş, izzet ve istiklallerini yitirmişler, esarete ve zillete duçar olmuşlardır.

Zenginliğin büyük sorumlulukları vardır. Zenginin malı ve serveti kendisi için ilahî bir emanettir. İsrafa, lükse, aşırı tüketime kalktığı zaman o emanete hıyanet etmiş olur. Zengin, malı ve servetiyle ticaret, ziraat, üretim ve başka iktisadî hizmetler yaparak o servetten başkalarını ve toplumu yararlandırmakla mükelleftir. Dinimiz parayı istiflemeyi, Kur’anî tâbirle kenz yapmayı (vellezine yeknüzune… âyeti) yasak kılmaktadır.

Zengini gurura, kibre, gaflete, azgınlığa sevkeden servet cehennem ateşinden başka bir şey değildir.

Bazı zengin çocuklarına (hepsi değil) bakıyorum da, babalarına doğrusu pek acıyorum. Üzerlerinden zırıl zırıl şımarıklık, asalaklık, haşaratlık akıyor. Edeb yok, ibadet yok, ahlak ve fazilet yok. Lüks ve pahalı elbiseler, ayakkabılar, gömlekler; gurur ve kibir; çalışmak yok, ciddiyet yok, sebat ve azim yok. Yüz bin dolarlık lüks spor arabalar. Ayda bir milyar liralık cep harçlıkları… Neymiş, zengin Müslüman çocuğuymuş. Bunlara da ana-babalarına da yazıklar olsun! Zenginlerin çocukları Müslüman topluma örnek ve model olmalıdır. Babası kendisine çok lüks bir otomobil almak isterse bile o, “Babacığım, üniversitede bir sürü fakir arkadaşım var, oraya böyle bir otomobil ile gitmem doğru olmaz. Servis arabası veya otobüsle gidebilirim. Sağ ol…” demesi gerekir.

Müslüman zenginlerin, parababalarının kızları da örnek ve model olmak zorundadır. Ne oldum delisi, şımarık, mağrur, mütekebbir, giyim kuşama on milyarlar harcayan kızlarda hayır yoktur.

Eskiden padişahlar bile mal mülk edinmekte, şahsî servet sahibi olmakta hırslı değildi. Geçenlerde Âşık Paşa Zâde tarihinden iktibas etmek suretiyle, Sultan İkinci Murad Han hazretlerinin Kudüs, Halilürrahman, Medine ve Mekke fakirlerine üç bin beş yüz filori göndermek istediğini, fakat hazinesinde para olmadığı için Halil Paşa’dan ödünç aldığını; “Sultanın, padişahlara hazine gerekir, ülkemizin halkı zengindir, bir yolunu bulup bir hazine kuralım” tavsiyesinde bulunan vezir Fazlullah Paşa’yı da bu teklifinden dolayı azletmiş olduğunu yazmıştım.

Mısır’ın, Filistin’in, Hicaz’ın, Musul’un, Şam’ın Haleb’in, Lübnan’ın hükümdarı olan Selahaddin Eyyubî hazretleri vefat ettiği zaman cenazesini kaldırmaya yetecek parası çıkmamıştı da techiz ve tekfini için gerekli para yakınları ve dostları tarafından verilmişti.

Asıl zengin o kimsedir ki, Allah’ın kendisine emanet olarak vermiş olduğu servet ile Kur’an’ın ve Sünnet’in ve Şeriat’ın ruhuna uygun olarak malî ibadetler, hayır hasenat yapar. Bunlar akıllı ve firasetli zenginlerdir. Ahmak zenginler ise paralarını din baronlarına, Müslüman kesimin babalarına kaptırır.

Para ile akıl (kültür, irfan, firaset, danışma) beraber olmazsa hayır paralarının fazla bir faydası olmaz. Hayrın bereketli, feyizli, verimli olması için plan-program, strateji, rehberlik olması gerekir. Bu devirde en büyük hayır güçlü, vasıflı, üstün, ihlaslı, istikametli, ruh soyluluğuna sahip Müslümanlar yetiştirmektir. Onların yetişmesi için harcama yapan zenginin amel defteri, ölümünden sonra kapanmaz, çünkü yetiştirdiği kimse iyilik, hizmet, hayırlı işler yaptıkça zengine de sevap yazılır. Din lisanında buna “sadaka-i cariye” denilir. Ne mutlu böyle hayırlar yapanlara, yapabilenlere.

Zenginlerin etraflarında bir sürü asalak, haşere dolaşır. “Hacı bey!..” deyip dururlar, bir sürü şaklabanlık yaparlar. Zengin Hacı aksırsa etrafından “Aman efendimiz ne güzel, ne şahane bir şekilde aksırdınız…” şeklinde dalkavukçu övgüler yükselir.

Zengin, varlıklı, güçlü, makam ve mevkili, masalı ve kasalı Müslümanların ziyaretlerine gitmem. Yanlış anlaşılabilir, “Bu adam da mı birşeyler tırtıklamaya geldi…” gibisinden düşünülebilir.

Paralarını Kur’an’ın, Sünnet’in, ahkam-ı şer’iyenin yasak kıldığı kötü yollardan elde etmiş olanlar birer canavardır. “Bu devir bozuk bir devirdir. Böyle ortamlarda haram yolla kazanç elde edilebilir ve bunlarla İslam’î hizmet yapılabilir diyen bu gibi şeytanlardan bucak bucak kaçmak lazımdır. Bu uğursuzların dine ve ümmete verdikleri zararı harbî ve militan kâfirler veremez.

Allah hepimize akıl, firaset, basiret, ihlas, istikamet nasip etsin. 24 Mayıs 2000