Çarşamba

 

Bazı kişiler ve bazı toplumlar için zenginlik, fakirlikten beterdir ve fakirliğin getirdiğinden fazla kötülüklere ve hastalıklara yol açar.

Fakir, parası ve imkânı olmadığı için azıp kuduramaz. Fakir derken, hiçbir şeyi olmayan, sefalet içinde yaşayan kimseyi kasdetmiyorum. Geçinecek kadar geliri olan, başını sokacak bir meskeni bulunan, kimseye muhtaç bulunmayan kimse…

Bir adamın, bir ailenin, bir toplumun parası, maddî zenginliği, imkânı artıyor; buna karşılık aklı, kültürü, firaseti, bilgeliği, ahlâkı aynı nisbette yükselmiyor, ya yerinde sayıyor, yahut geriliyor. Bu fert, bu aile, bu toplum zenginliğin tuzaklarına düşecek, onulmaz sosyal hastalıklarla pençeleşecektir.

Nisan ayında Yunanistan’a bir seyahat yaptım. Onlar bize göre çok zengin. Orada millî gelir bizimkinin dört misli. Dört misli ama orada bizdeki kadar lüks, pahalı, gösterişli otomobil göremezsiniz. Orta arabalar kullanıyorlar.

Bizde gelir dağılımında büyük bir adaletsizlik var. Küçük bir azınlık millî gelirin arslan payını alıyor, geriye kalan miktar çoğunluğa yetişmiyor. Halbuki bu ülkenin geliri ve nimetleri âdil bir şekilde paylaşılsa 70 milyona değil, 100 milyona da yeter.

Yeni nesillere az buçuk okuyup yazma, hesap kitap öğretiliyor ama nasıl yaşamaları gerektiği, hangi değer ve ölçülere sahip olmaları gerektiği öğretilmiyor.

Paranın, zenginliğin, maddenin en büyük değer ve amaç haline geldiği bir toplum, ne kadar zenginleşirse o kadar ağır hastalıklara yakalanır.

Ondokuzuncu asırda bazı Batı ülkelerinde Protestan püritanizmi aşırı zenginliğin sakıncalarını frenlemiş, telâfi etmiştir.

İslâm ülkelerinde zenginlik ve para âfetlerini dinî ahlâk tedavi ediyordu. Bu ahlâkın tesirinden kurtulan Müslüman bir toplum, yokuş aşağı frensiz inen bir arabaya döner.

Âmiyane bir sözdür ama yine de tekrarlamakta yarar var:

“Para çok kötü bir efendi, çok sadık bir hizmetkârdır”

denilmiştir.

Türkiye kültür ve zihniyet bakımından Akdeniz-Latin havzasındadır, Ortadoğu’nun bir parçasıdır. Biz Müslümanlar bu coğrafyada bin yıldan beri varız. Bu bin yılın onda dokuzundan fazlası dinin hakimiyeti, kontrolu, düzenlemesi altında yaşanmıştır. Bu tesir azalıp, dinî değerlere riayet edilmeyince büyük bozukluklar, büyük hastalıklar meydana çıkmıştır.

Yanlış anlaşılmasın, islâmî bir toplumda da zenginliğin, paranın âfetleri, tahribatı görülür. Görülür ama terazinin öbür kefesinde bunları frenleyecek, telâfi edecek, tedavi edecek başka ağırlıklar, başka değerler vardır.

İnsanı insan yapan değerler vardır: Bunlar inançtır, ilimdir, irfandır, bilgeliktir, vicdandır, adalet ve insaf duygusudur, yardımlaşmadır, merhamettir, şefkattir, iyilik yapmaktır, güzellikler sergilemektir.

Bunları yitiren, fertler, aileler, toplumlar insanlıktan çıkar, canavarlaşır.

Hayvanların çoğu günübirlik yaşar. Bir kedinin karnı doyunca, önündeki yiyeceğin geriye kalanını bırakır, bir kenara çekilir yatar. Köpekler de böyledir. Karıncalar kış aylarında yiyeceklerini yazdan biriktirirler, lakin bu konuda aşırıya kaçmazlar.

Biriktirme, zenginleşme, daha fazla para sahibi olma hırsı insanda vardır.

Ulvî, yüksek, asil değerleri kaybedenler, birtakım şeytanî, sahte değerleri putlaştırırlar.

(1) Para onlar için en büyük mâbut olur.

(2) Zenginleşmek en büyük amaçtır onlar için.

(3) Daha fazla para kazanmak, daha fazla zengin olmak için her vasıtayı mübah görürler.

(4) Mesken, binit, giyim kuşam, yeme içme konularında normal ihtiyaçlarını ve gerekeni karşılamakla yetinmezler. Başkalarına gösteriş yapmak için çırpınırlar ve bu yüzden de ölçüyü kaybederler.

(5) Onlar yaşamak için yemezler içmezler, yemek için yaşarlar. Bu yüzden de maddî manevî bir sürü hastalığa yakalanırlar, sağlıklarını yitirirler.

(6) Parayı put, zenginliği en büyük amaç haline getiren toplumlarda insan insanın kurdu haline gelir.

Para ticaret, ziraat, sanayi faaliyetleri için sermayedir. Bozuk, dengesiz, hasta, değerlerini yitirmiş toplumlarda bu sermaye gelir getirmeyen, üretim ve kazanç sağlamayan ölü lüks yatırımlara bağlanır. İnsanlar çok pahalı meskenler alır, çok pahalı ve gösterişli binitlere biner, çok lüzumsuz ve faydasız harcamalar yapar. Bugünkü Türk toplumu meskene, yazlığa, otomobile, lüks ev eşyasına, giyime kuşama, yemeye içmeye yekûn olarak trilyonlarca dolar bağlamıştır.

Milyonlarca vatandaşın geçinmek için ayda iki-üç yüz dolar kazanamadığı bu memlekette bazı zenginler eski Nemrudları, Firavunları, Neronları gölgede bırakan sefih, lüks ve israflı bir hayat sürmektedir.

Ana değerlerini, insanı insan eden ölçüleri yitiren bir toplumda tıp bile bozulur, kokar. Hasta kavramı kalkar, onun yerini “müşteri” alır. İlaç sanayii canavarlaşır. Bazı firmalar daha çok ilaç satmak, daha fazla para kazanmak için en temel ahlâk ilkelerini ayaklar altına alır, bir sürü rezalet ve skandal meydana gelir.

Paranın put olduğu, zenginliğin en büyük amaç olduğu toplumlarda adalet duygusu da sarsılır.

Bazı insanlar ahirete, iyiliğe kötülüğe, helâle harama inanmadıkları için onların gözünde başarılı olmanın tek şartı iyi kazanmak, iyi yemek, iyi yaşamak, lüks, israf, sefahat, gösteriş içinde hayat sürmektir.

Geleneksel kültürden ve millî kimlikten kopan, yabancılaşan toplumlar zenginlere imrenirler, haset ederler, onları örnek ve model kabul ederler ve var güçleriyle, her ne bahasına olursa olsun para kazanmak, zenginleşmek için çılgınca bir hırsa kapılırlar, gayr-i meşru, gayr-i ahlâkî yollara düşerler.

Dıştaki ve içteki düşmanlar bir toplumu çökertmek için ondaki çalışma, üretme, ticaret yapma duygusunu körletirler; onların yerine çalışmadan kazanma, avantacılık, rantçılık, lotaryacılık, asalaklık getirirler.

Olgun, dengeli, faziletli fertler, aileler, toplumlar hangileridir?

(A) Bunlar zenginleşince azmazlar, kudurmazlar, çıldırmazlar.

(B) Lüks meskenlerin, lüks binitlerin, lüks eşyanın, lüks mutfak ve banyoların insana değer, fazilet, üstünlük kazandırmayacağını bilirler.

(C) Servetlerini, gelirlerini paylaşırlar.

(Ç) Lüks bir mesken, lüks bir otomobil almaktansa, bunların parasını sermaye olarak kullanırlar ve böylece fakir ve muhtaçlara iş ve aş kapısı açarlar, vatandaşlarına ve vatanlarına bu şekilde yardımcı olurlar.

(D) Bir insanı, bir toplumu yücelten, sağlıklı hale getiren asıl değerlerin inanç, akıl, ilim, irfan, bilgelik, yardımlaşma, kültür, sanat, kitap olduğunu iyi bilirler.

Türk toplumu yakın tarihimizde kasıtlı, planlı ve programlı olarak bozulmuştur. Bu toplumu ayakta tutan değerler tahrip edilmiştir. Onların yerine anti-değerler bile konulamamıştır.

Bizi kimler bozdu, yabancılaştırdı?

Bunlar, bu ülkenin, bu halkın, bu devletin gelirlerini, zenginliklerini, rantlarını büyük ölçüde yağmalamakta, gasbetmektedir. Bunlar, subaşlarını, köşebaşlarını, eski tabirle emânetleri ehil olmadıkları halde kendilerinden olanlara peşkeş çekmektedirler.

Bu çeteler yığınların beyinlerini yıkamakta; yozlaşmayı, yabancılaşmayı, millî kimlik erozyonunu olanca güçleriyle ve şeytanca metodlarla desteklemektedir.

Bir toplum sadece parayla, zenginlikle, lüks ve israfla ayakta kalamaz. Türkiye halkı yarınlarına güvenle bakmak, haysiyetli bir hayat sürmek, sağlıklı ve dengeli olmak, güçlü olmak istiyorsa geleneksel değerlerine, tarihî devamlılığına dönmek zorundadır. 27 Mayıs 2004