Zevksizlik, Sanatsızlık, Çirkinlik
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 18 Şubat 2019
Salı
BİR Müslümanların, Osmanlının sanatına, mimarîsine, estetiğine bakınız, bir de İslâm’a cephe almışlarınkine. İslâm’ın, Osmanlının, Selçuklunun Bursa’da, Edirne’de, İstanbul’da, bütün Anadolu sathında harika, şahane, nefis abideleri var; ötekilerin yok.
Bir milletin dehası ve sanatı bilhassa iki sahada kendini gösterir. Lisanla yapılan edebî âbideler, yapı malzemesiyle dikilen mimarî âbideler. İslâm bu topraklar üzerinde her iki türde de şaheserler vücuda getirmiştir. Fuzulî divanı, edebiyatın Süleymaniyesidir.
Kuş diline çevrilmiş arı, duru, sade suya tirit Türkçeyle ne köy olur ne kasaba. Lisanımız kendi kendine güzelce sadeleşiyor, tekâmül ediyordu. Zorlamalar, baskılar, manipülasyonlar sonunda Hotantoca ayarında bir konuşma ve iletişim diline döndü. Lisanı sığır diline çevirdiler.
Yirminci asrın 20’li yıllarında mimarîmiz, ilhamını kendi sanatımızdan ve kimliğinden alan bir hamle içine girmişti. Onu da boğdular. Nazi Almanya’sının, Faşist İtalya’nın üslubuna özendiler, ortaya korkunç yapılar koydular. Şimdi cam, beton, demir yığını heyûlâ gökdelenler devri başladı. Acaba bunlardan biri yıkılıp yerine daha büyüğü yapılmak istense Anıtlar Kurulu mâni olur mu? Olmaz, çünkü hiçbir sanat değerleri yoktur.
İslâm karşıtları, Finlandiyalı Aalto gibi dünya çapında bir mimar yetiştirebildiler mi? Bugünkü ideoloji ve sistemle Mimar Sinan’lar, Mimar Sedefkârlar yetişir mi?
Nerde eski ihtişamlı şarkılar, nerde bugünkü gülünç ve ilkel türküler.
Halkı da bozdular. Safranbolu’da koruma altına alınan eski Türk evlerinin sahiplerinin çoğu, “Ah şu koruma kalksa da çürük binayı yıkıp yerine beton bir apartıman diksek” diyorlar.
Ruhsuz, inançsız, sanatsız, estetiksiz mahluklar zevksiz ve çirkin evlerde otururlar. Ev, bir bakıma kutsal bir mekandır. Tek değerin para olduğu sapık bir ortamda artık ev yok, mal var. Kırlık alanda yüz kilometre gidiyorsunuz da bir tek zevkli, sanatlı, estetik villa ve ev göremiyorsunuz. Paraları var ama millî kimlikleri yok, sanat kültürleri yok, zevkleri yok. Bir köye gitseniz, bakkalında soğuk Amerikan kolası bulursunuz ama bir bardak ayran bulamazsınız. Kola’yı ayrana tercih edenler güzel evler yapamazlar, güzel evlerde oturamazlar.
Eski bahçelerin hepsi târümar oldu. Büyük şehirlerin belediyeleri evlerin bahçelerine yüksek duvarlar yapılmasını yasakladılar. Duvarları yüksek olmayan Türk bahçesi olur mu? Sokaktan geçenler içindeki kadınları kızları seyretsinler diye mi duvarlar kısaltıldı?
Eski sanatların yüzde doksanı tarihe karıştı. Japonya’da, İsviçre’de hâlâ el tezgahlarında kumaş dokunuyor ama bizdeki tezgahların hemen hepsi kırılıp atıldı. İran’dan Türkiye’ye bavul ticareti yoluyla ne güzel cam sanat eşyası geliyor. Biz, hem sanat, hem fiyat olarak onlarla niçin rekabet edemiyoruz.
Çin’de, Japonya’da, Fransa’da eski porselenler ayarında eşya yapılıyor da biz niçin eski Beykoz’lar, eski Yıldız’lar ayarında porselen yapamıyoruz? Üniversite kapılarından koğulan başörtülü kızlar mı baltalıyor sanatlarımızı? Bale için trilyonlar harcayan sistem, İslâm-Türk sanatlarını niçin teşvik etmiyor?
Memlekette öyle bir uğursuzluk var ki, ipekböcekçiğilimiz, ipekçiliğimiz de öldü; Çin’den, Brezilya’dan ipek ithal ediyoruz. Evet şimdi çok önemli meseleler var gündemde. Filan şarkıcının cinsel hayatı, filan türkücünün yatak maceraları, feşmekân futbolcunun gönül sevdaları.
Bir şeyin iyi ve doğru olması için güzel olması gerekir. Ünlü otomobil tasarımcısı ve üreticisi Bugatti “Güzel olmayan bir otomobil, iyi bir otomobil değildir” demiş, doğru söylemiş. Bizim ürettiğimiz bazı otomobiller ne kadar çirkin. Ankara’da Hacıbayram civarındaki eski Türk-İslâm yapılarını yıktılar, yerlerine eski Roma karikatürü bir şeyler yaptılar. Ah bu kafalar, ah bu kafalar.
Süleymaniye’den aşağıya denize kadar inen yapılaşmaya bakınız. Ne iğrenç, ne çirkin, ne berbat, ne korkunç, ne felaket bir yapılaşmadır bu. Eski asırlarda orada muhteşem cami ile bütünleşen çok zevkli, çok ahenkli bir yapılaşma varmış. O yeni ucube binaları oralara hangi zevksizler, hangi estetik fukaraları dikti?
İstanbul’u bitirdiler. Boğaziçini bitirdiler, Çamlıca’yı bitirdiler. Kızıltoprak’tan sonra Bağdat caddesi ta Bostancıya kadar köşkler, bahçeler ile doluydu, o bölgeyi de bitirdiler. Bastıkları yerde ot bitmiyor. İstanbul’u bu hale getirenleri tarih bacaklarından asıp teşhir edecektir.
Devleti, ülkeyi, milleti soyanlarda ne iyilik olur, ne doğruluk, ne de güzellik. Faziletsiz ve hikmetsiz zihniyet güzel yapılar, güzel meskenler, güzel şehirler inşa edemez. Stalin devri mimarîsine bakınız. Ne kadar soğuk, ağır, kasvetlidir.
Mimar Sinan’ın en küçük camii, sanırım Üsküdar sahilindeki Şemsi Paşa camiidir. Bugünkülerin en büyük, en yüksek eserleri o küçük cami ile boy ölçüşebilir mi? Bir, eski kabristanlara, eski mezarlara, eski mezartaşlarına bakınız; bir de yeni “Asrî Mezarlıklara”. Eskiler sanattır, evet ecdadımız kabristanlara bile kederli bir güzellik vermiştir. Yeniler sanatsız birer maşatlığa benziyor.
Başta zenginler olmak üzere halkın ne kadar kötü giyindiğinin farkında mısınız? On kilometre boyunca otomobilin penceresinden yollardaki, meydanlardaki, Haliç köprülerindeki halka bakınız. Yüz bin kişi içinde, güzel ve rabıtalı giyinmiş tek adam bulamayacaksınız. Bulursanız, o bir istisnadır, istisnalar kaideyi bozmaz.
Herif veya karı en pahalı mağazalardan, çuvalla para vererek bir sürü esvab, elbise, gömlek alıyor; giyindikten sonra palyaçoya dönüyor. Edebiyatsız, mimarîsiz, zevksiz, sanatsız, estetiksiz, kimliksiz kaldık. 08 Ağustos 2001