Zillet, Zillet, Zillet…
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 09 Mart 2019
Salı
İslâm ülkeleri yüzyıllardan beri açık veya gizli sömürgeler halindedir. Ya bildiğimiz Batı kolonyalizminin, yahut Sovyet Komünist neo-kolonyalizminin esirleri, yahut da auto-colonie’ler yâni kendinden sömürgeler şeklinde… Yirminci asırda Müslümanlar sömürgecilerin boyunduruklarından kurtulmak için gayretler gösterdiler. Lakin kurtulamadılar. Cezayirliler Fransız boyunduruğundan kurtuldular, ondan beter bir esarete mahkum oldular.
Pakistan’ın adı İslâm Cumhuriyeti. Bu bir gerçek ve ideal İslâm devleti midir? Kesinlikle değildir. Örtüsünün altından saçlarının yarısı görünen, makyajlı, sosyalist ve hedonist dünya görüşüne bağlı bir kadıncağızın bir ara başında bulunduğu bir rejim nasıl islâmî olabilir?
Ortaasya Türk ülkelerinden Sovyet sömürgeciler çekildi de ne oldu? Yerlerine bağımsız ve İslâm’a sâdık devletler ve hükümetler mi geldi?
Dindar, uyanık, samimî Müslümanlar emperyalizmlere, sömürgeciliklere lânetler yağdırıyor. Lakin çok önemli ve hayatî bir gerçeği unutuyorlar. Bugünkü Müslüman dünyası sömürge mahkumu, sömürge yerlisi olmaya müsaittir. Bu istidat onları bir sömürge şeklinden kurtulup öbür sömürge şekline mâruz kalmaya mecbur ve mahkum kılmaktadır.
Globalleşen bir dünyada yaşıyoruz. İlimde, irfanda, teknikte, hikmette, ahlâkta, fazilette, sanatta geri kalan milletler ve toplumlar zillet, zebunluk, esaret, mahkumiyet içinde yaşamak zorundadır.
Müslümanların Türkiye’deki hallerine bakınız. Kendileri nüfusun ezici çoğunluğunu teşkil etmektedirler. Fakat, on bin farmasonun, bir o kadar Sabataist’in (Selanik Dönmesi), sayıları birkaç yüz bini geçmeyen yabancılaşmış azınlıkların esiri durumundadırlar. Ülkemizde sadece 26 bin Yahudi yaşamaktadır. Bu küçük azınlığın iktisadî, ticarî, mâlî ağırlığı 26 milyon Müslümanınkinden daha fazladır. Hattâ, onların gücü ve üstünlüğü karşısında Müslümanların esâmisi bile okunmaz.
Müslümanların başını çeken aydınlar, aksiyon adamları, önderler uzun yıllar boyunca peşlerine takılan büyük kitleleri hayallerle, masallarla, ütopyalarla, gülünç reçetelerle oyalamışlar, afyonlamış, uyutmuşlardır.
İslâmcılar, Pakistan gibi bir İslâm Cumhuriyeti’nde bile başarılı olmamıştır. Mısır’da kurulan ve diğer Arap ülkelerinde de teşkilatlanan İslâmcı hareket de başarısızlığa uğramıştır.
Türkiye İslâmcıları da bir çeyrek asırdan beri hayaller peşinde koşmuşlar ve netice alamamışlar, aksine daha kötü vaziyete düşmüşlerdir.
Kabahat elbette İslâm’da değil, Müslümanlardadır.
Tarihin eski asırlarında Endülüs medeniyetini kuran, Osmanlı cihan devletini tesis eden, Hindistan’da, Herat’ta, dünyanın başka yerlerinde vasıflı, güçlü, üstün uygulamalar başaran Müslümanların artık realist olmaları, boş reçeteleri bırakıp ilme, irfana, ahlâka, fazilete, tekniğe, sanata sarılmaları gerekmektedir. Müslümanlar dünya işlerinde gayr-i müslimlerden; karşıtlarından, rakiplerinden, düşmanlarından daha güçlü, daha üstün, daha vasıflı olmadıkça kurtulmaları mümkün değildir. Kullandığım üç kelimeye dikkatinizi çekerim: Güçlü, üstün, vasıflı…
Müslüman dünyasının idealist, ihlâslı, samimî, müstakim (doğru), ahlâklı, faziletli, hikmetli büyük adamlara ihtiyacı vardır. Bu yüce din, bu ulvî dâva üçkâğıtçılarla, arivistlerle, sahtekârlarla, soytarılarla, küçük adamlarla, yalancılarla, emanet hâinleriyle hedefine ulaşamaz.
Küçük adamlar, arivistler mıncıklaya mıncıklaya İslâm dâvasına büyük zarar vermişlerdir.
Parayı ve şöhreti put edinen, kendi nefsine tapan adamlar nasıl olur da Ümmet-i Muhammed’e rehberlik edebilir, onu selâmet sahiline çıkartabilir?
Dünyanın en büyük âlimlerinin, mütefekkirlerinin (düşünürlerinin), sanatkârlarının, hukukçularının, mimarlarının, idare adamlarının, siyasetçilerinin, filozoflarının, bilgelerinin İslâm dünyasında yetişmesi gereklidir. Her yıl Müslümanlardan milyarlarca dolar din ve mukaddesat vergisi toplayan adamlar, bu paralarla böyle adamlar yetiştirmek için çalışmakla mükelleftir. Böyle çalışmalar yapılıyor mu?
Kendilerini mehdi, kutub, gavs, sahib-i zaman, bulunmaz Hint kumaşı, beklenen kurtarıcı, büyük mücâhid sanan birtakım adamlar topladıkları paralarla kendilerine bende orduları kuruyor, dünyevî saltanatlar tesis ediyor, yalan medhiyeler düzdürüyorlar.
Müslüman halk şaşırmış vaziyettedir. Yıllardan beri beyinleri yıkanan, şartlanmış mahkumlar haline getirilen milyonlarca mü’min hâlâ olmayacak dualara âmin deyip durmaktadır.
Din baronlarının dünyevî hırsları dur durak bilmiyor.
Müslümanların parçalanmışlığı devam ediyor. Tefrika, ihtilaf, nifak şikak, fitne fesat sürüyor. Bir cemaatin ak dediğine öbür cemaat kara diyor.
Hadiste “Siz birbirinizi sevmedikçe hakkıyla iman etmiş olmazsınız” buyuruluyor. Şimdiki Müslümanlar birbirlerini seviyor mu?
Ahmaklık, cahillik, ahlâksızlık, faziletsizlik, hikmetsizlik, zekâ özürlülüğü, vasıfsızlık kol geziyor.
Nice dinî hizmet ve faaliyetler ümmetin en aşağı tabakasındaki süfehaya kalmıştır.
Camilere helâ yaptırarak, meşruta inşa ettirerek, kutsal mâbetleri ışıldak, zırıldak, fırıldak, klima cihazı, kalorifer, flüoresan ampullerle donatarak dine ve ümmete hizmet ettiklerini sanan geri zekâlılar her yıl trilyonlarca lirayı heba ediyor.
Ümmet, ülke, devlet içi ateş dolu bir uçurumun kenarında. Bir takım din baronları hâlâ ben, ben, ben diyorlar. Yarım asırdan beri hâfız yetiştirmek için didinip duranlara soruyorum: Bu ülkede bir milyon, iki milyon, beş milyon hâfız yetiştirseniz bile ne olacaktır?
Hâfızlık elbette büyük bir şereftir. Lakin hâfız yetiştirmekle iş bitiyor mu? Bunca hâfızın yanında biraz da büyük medyacılar, büyük hukukçular, büyük mimarlar, büyük fikir adamları, büyük sanatkârlar yetiştirseydiniz olmaz mıydı? Hem hâfızlık bir meslek midir? Bir geçim yolu mudur? Terzilik, doktorluk, mühendislik, esnaflık gibi para kazanma yolu mudur?
Betonarme cami binaları yaptırarak, hâfız orduları yetiştirerek İslâm’ı yücelteceklerini, Müslümanları kurtaracaklarını söyleyenler bugünkü feci manzaradan ibret almıyorlar mı?
Bugün islâmî kesimde öyle adamlar var ki, ABD’de, Avrupa’nın ileri ülkelerinde yüksek lisans veya doktora çalışmaları yapmışlardır. Fakat yine de köylü kalmışlardır. Evlerini, çalışma yerlerini görünce bu husus anlaşılıyor. Yüksek tahsilli bir Müslümanın ne mal Müslüman olduğu evinin, bürosunun dekorasyonundan anlaşılır. Bozuk ve yamuk düzenin haram, kirli, gayr-i meşru rantlarını yiyen, kemiklerini yalayan bazı adamlar var ki, islâmî kurtarma edebiyatı yapmakta pek mâhirdirler. Bunların laflarına değil işlerine bakmak gerekir. Câhil kitlelerin kulaklarına hoş gelen yalanlarla, demagojilerle, popülist beyanlarla, işporta işi reçetelerle kendilerine hayli şan, şöhret, itibar temin etmiş ve büyük servetler vurmuş bu hilekâr adamların bu ülkeye, bu millete, bu ümmete, bu devlete ne yararı olabilir?
İslâm dünyasının, Türkiye Müslümanlığının adama ihtiyacı vardır. Bu adamlarda bulunması gereken şartlar mı? Bir: İslâm’ı yakalamış olacak. İki: Çağ seviyesinde olacak. Üç: Vasıflı, güçlü, üstün olacak. Dört: Bilgi, aksiyon ve estetik boyutları gelişmiş olacak. 27 Ocak 1999