Zorbalar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Ocak 2019
Cuma
Profesör Yayla konusunda bazı AKP’lilerin tutumu ahlâkî bakımdan çok düşündürücüdür. AKP İzmir teşkilâtı bir panel tertiplemiş ve Yayla’yı konuşmacı olarak davet etmişti. Yayla’nın bazı sözleri
AKP’liler hemen çark etmişler ve “Çok üzgünüz, biz onun böyle konuşacağını bilmiyorduk” gibisinden lâflar etmişler. Fikir hürriyetine taraftar, demokrat ruhlu insanlar misafirlerini böyle iyot gibi açıkta bırakmazlar.
Önemli bir mevkideki bir AKP’li Yayla’nın konuştuğu salonu terk etmişti… Ne kadar yanlış bir davranış. Aksine oturmalı ve bir ara kürsüye çıkıp:
-Biz katılmadığımız, doğru bulmadığımız fikirlerin de beyan edilmesine taraftarız. Yayla bir akademisyendir, liberal düşüncelere sahiptir, fikir ve görüşleri beğenilmiyorsa cevaplandırılır, çürütülmeye çalışılır. Hakikat nuru fikirlerin çarpışmasından doğar. Fikirlere karşı kaba kuvvet kullanmak, medya lincine teşebbüs etmek doğru değildir… gibi sözler söylemesi gerekirdi.
Bir üniversite hocasıdır, uzmanlık sahası siyasal kültürdür, eser sahibi bir vatandaştır. Edeb ve ciddiyet dışı hiçbir hareketi görülmemiştir. Gerekçeli konuşan, hem de çok tutarlı gerekçeler ileriye süren bir ilim ve fikir adamıdır.
Bir ideolojinin Türkiye’yi geri bıraktığını söylemek suç mudur? Elbette değildir. O halde linççi G.Y.’lere ne oluyor?
Türkiye niçin bir İtalya, bir Japonya, bir İsveç, bir Güney Kore kadar ilerleyemedi, güçlü bir sanayi kuramadı, eğitim ve üniversite işlerini yoluna koyamadı, sınırları içinde sosyal barışı ve millî mutabakatı tesis edemedi? Bu soruyu tartışmak suç mudur, hainlik midir?
Yakın tarihi sorgulamadan bugünkü geriliğimizi, krizlerimizi anlamak, bunlara çareler ve çözümler bulmak mümkün müdür? Prof. Yayla yanılamaz mı? Yanılabilir ama onu zorbaca, totaliterce susturmaya çalışmak, en büyük yanılgıdır.
Bir kadın ile bir erkek nikâh yaptırmadan, evlenmeden birlikte yaşıyorlar. Kadın çocuk peydahlıyor…Olabilir, böyle şeyler ilericiliktir. Kadın birçok erkekle birlikte yatıyor, hamile kalıyor, çocuk doğuruyor. Babanın kim olduğu belli değil. Anası nüfusa gidiyor, çocuğu üzerine kayd ettiriyor, baba hânesi boş… Bu da ilericiliktir, uygarlıktır, çağdaşlıktır.
Bir kadın veya kız don giymezse bu onun bileceği iştir, kimse karışamaz; lâkin bir kız öğrenci başını örterse başına gelmedik kalmaz. Elbette açık saçık giyinen her kadına fâhişe denilemez. Lâkin “Bayan bu ne biçim kıyafet, biraz daha derli toplu, biraz daha râbıtalı giyinsene…” derseniz çağdaşların yaylım ateşine tutulursunuz.
İstanbul ilçelerinin belediye başkanlarından biri, bölgesindeki kadınların rahatça gezip hava alabilmesi için sırf onlara mahsus bir park yapmak istedi, ağır tenkit ve saldırılara uğradı. Hangi devirdeyiz, hiç kadınlarla erkekler ayrılır mı?..
Okulların durumu felâket. Kızlarla erkekler ayrı okusunlar, karma tedrisat iyi netice vermedi desek tepemizden kova kova çamur dökülecek. Gerici!.. Çağdışı!.. Karanlık adam!.. Eyvallah… Fikir hürriyeti var… (ABD’de karma tedrisat geriliyor, kızlarla erkeklerin ayrı ayrı okumaları sistemine hızlı bir dönüş var… Orada olur, bizde olmaz…)
Ben muhafazakâr bir kimseyim, bir gün mini etek konusunda bir makale yazsam, mini etek giyenleri tenkit etsem, kadınların uzun etek giymelerini, kapalı bir kıyafete bürünmelerini istesem, nice düşünce özgürlüğü taraftarı ilerici amansızca saldırır. Savcılara
diye müracaat edecektir. Hani fikir hürriyeti vardı, din ve inanç hürriyeti vardı.
Var da, fazla ileri gitme! TC Anayasası’na göre fikir ve inanç hürriyeti var, gizli Derin Anayasa’ya göre yok.
Hazret-i Ali kerremallahu vecheh ve radiyallahu anh efendimizin şöyle buyurdukları rivayet ediliyor: “Buğday unundan yapılmış ekmeği yersin, yanında testideki serin sudan içersin… Bir de gölgesinde dinleneceğin bir ağaç… Oh kekâh…” İnsanın mutlu olması için ille de zengin olması ve şatafatlı, lüks bir hayat sürmesi gerekmez. Ayakta duracak kadar karnını doyuran, vücudunu örten ve koruyan bir elbisesi olan, başını sokacak bir meskeni, geçimine yetecek kadar geliri ve cep harçlığı bulunan bir kimse kendini mesut, bahtiyar, mutlu hissetmiyorsa, o eksik bir insandır.
Yunan filozoflarından Epikür’ün, “Bana bir somun ekmek, bir desti su, biraz katık verilirse, kendimi Olemptekiler kadar mutlu hissederim” dediği rivâyet olunuyor. İnsan ihtiyaçlarını çoğalttıkça dert ve sıkıntılarını çoğaltmış ve saadetini yitirmiş olur.
Dünyaya gelmiş ve gelecek insanların en büyüğü, en bilgesi, en akıllısı ve üstünü olan Peygamberimiz çok sade bir hayat sürmüşler, eline imkân geçtiği takdirde bunları halka ve fakirlere dağıtmışlar, kendileri fakirane ve mütevâzı yaşamışlardır. Kur’ân Yüce Peygamberimizin insanlığa en güzel bir örnek ve model olarak gönderildiğini bildiriyor. Biz Müslümanlar bu fâni dünyada mutlu olmak, selâmet içinde yaşamak, âhirette ebedî saadete nâil olmak istiyorsak Peygamberi taklit etmeliyiz. 23 Aralık 2006