Zulmü Destekleyenler
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
Cumartesi
Yeni Cumhurbaşkanımız hukuktan, gerçek demokrasiden, insan haklarından yana medenî ve dürüst bir şahsiyettir. Onun karşısında olanlar ise Türk milletinin temel hak ve hürriyetlerini kısıtlamak istiyor. Hukuka ve kanuna dayanmaksızın onbinlerce memuru karakuşî kararlarla işinden atmak demokratça bir hareket midir? Derin devlet ve resmî ideoloji taraftarları üniversitelerde ve İmam-Hatip okullarında başörtülü öğrencilere kan kusturuyor. İnanç, din, vicdan, fikir hürriyeti hergün büyük bir darbe daha yiyor.
Böyle bir durumda bazı Müslüman medya organları, Cumhurbaşkanını değil, zâlimleri tutuyor, destekliyor. Olacak şey değil! Acaba niçin böyle yapıyorlar? Korkudan mı?.. Bu kadar korkmak doğru mu? Müslüman, cebanet (alçaklık) ile tehevvür (çılgınca öfke) arasında mutedil bir haslet olan şecaat (cesaretli ve hikmetli karşı koyma) halinde olmalı değil mi?
Bazı Müslüman kliklerin ihale almak, maddî menfaat temin etmek için birtakım manevralar içinde olduklarına dair rivayetler duyuyoruz.
Şeriat’ın, ahlâkın, hukukun, hikmetin kötü gördüğü haram yollarla yüzlerce trilyon götürmüş, biriktirmiş olan bazı Müslüman şahsiyetlerin garip manevralar peşinde olduğu bizim dikkatimizden kaçmıyor. Kendi şahsî ikballeri için şeytanla ittifak edecek kadar şaşırmış vaziyetteler.
Birtakım kocaman, kodaman, ünlü, anlı şanlı İslâmcı kişiler “Önce ben, daha sonra yine ben, en sonunda tekrar ben…” zihniyetine sahipler. Dâva dâva diyerek ortaya çıkmış, hizmet edeceğim iddiasıyla halktan büyük paralar toplamış kimselerin varlıklarını İslâm’a ve Ümmet’e harcamaları gerekmez mi?
Birtakım İslâmî hizmet erbabı akıl almaz bir lüks, israf, konfor, aşırı tüketim, tantana, debdebe, şaşaa, zenginlik içinde yaşıyor. Böyle şeyler İslâm’la bağdaşır mı? Kur’an ne diyor? Peygamber ve Ashab nasıl yaşamış? Fıkıh ve tasavvuf kitapları ne yazıyor? Bu adamlar, hem İslâmcılık taslıyor, hem de İslâm’ın prensiplerine ve ruhuna aykırı hareket ediyor.
Osmanlı tarihinde, padişahları bile tenkit eden cesur, şeci’, yılmaz hocalar çıkmıştır. Zamanımızda böyle hocalar yok mudur ki, hiç olmazsa içlerinden birkaçı çıkıp da kocaman ve kodaman bazı İslâmcıları uyarmıyor, tenkit etmiyor?
İslâmcı kesimdeki bazı kişiler efsânevî servetler elde etmişlerdir. Bu paralar ve mallar helâl yollardan mı, yoksa gayr-i meşru ve haram yollardan mı kazanılmıştır?
Şeriat’a, fıkha, ahlâk ve tasavvufa, hikmete (bilgeliğe) ters düşen metodlarla İslâm’a, millete, ülkeye hizmet edilebilir mi?
İslâmî kesimde, İslâmî hareket içinde sürüyle casus, ajan, provokatör, ajitatör bulunuyor. Bu şeytanlar sadece haber ve bilgi toplamakla kalmıyor; Müslümanları sapıtmak, yanlış yollara sokmak; enerji, imkân ve zamanlarını boşa harcatmak için iblisçe dolaplar çeviriyor.
40’lı, 50’li, 60’lı yıllarda çilekeş, fedakâr, feragatli, ihlaslı, istikametli, faziletli Müslüman hizmetkârlar vardı. Onlar para, makam, mevki, şöhret, dünya için çalışmazlardı. Onlar din rantı yemezler, düzenin kemiklerine tâlip olmazlardı.
Eski din âlimleri, eski şeyhler, eski hocalar, eski dervişler, eski Nurcular öncelikle ihlasa önem verirlerdi.
Bediüzzaman en ufak bir tâviz bile vermemişti. Bir gün mahkemede, başındaki sarığı çıkarması istenmiş, hakimle arasında bir tartışma başlamış, Bediüzzaman hazretleri en sonunda “Bu sarığı ancak başımla birlikte çıkartabilirsiniz” diye kestirip atmıştı.
Din Allah’ın dinidir, Müslümanların kesin dinî konularda tâviz vermeye hakları yoktur.
Müslüman imana, dine, vicdana, Şeriat’a aykırı bir yemin edemez. Müslüman, çok zarurî ve istisnâî haller dışında takiyye yapamaz. Müslüman, kendi şahsî ikbal ve menfaati için dâvasına zarar verecek manevra ve entrikalara girişemez.
Küçük ve sürüngen adamlar büyük ve ulvî dâvalara hizmet edemez. Onların hizmetleri hezimetten başka şey kazandırmaz.
Bazı bozuk ve sahte İslâmcılarda, münafıklığın bütün alametleri bulunmaktadır. Bol bol yalan söylerler. Dinimiz yalanı haram kılmıştır.
Onlar emanetlere riayet değil, hıyanet ederler. Bu ise büyük bir kötülük ve günahtır.
Onlar halkı aldatırlar. Peygamber “Bizi aldatan bizden değildir” buyuruyor.
Onlar paraya ve menfaate adeta taparlar.
Onlar, nefs-i emmarelerine ve dünyevî ihtiraslarına tâbidirler.
Onlar kendi şahsî ikballeri için Müslümanları birbirinden kopuk, bazen birbiriyle çatışan sürüyle hizbe, fırkaya, cemaate, gruba, klik’e ayırmışlardır.
Onlar eski Hint raca ve mihraceleri gibi israf, azgınlık ve tantana içinde yaşarlar.
Onların halleri, siyretleri, ahlâkları Peygamberinkinin yüz seksen derece zıddı ve tersidir. Bu ne biçim İslâmcılıktır?
Hıristiyan dünyasında zuhur eden bir Mandela, dâvası için 28 yıl hapishanede çile doldurmuştur. Bir rahibe Tereza ömrünü Hindistan’daki cüzzamlılara, sokaklarda yaşayıp ölen sefil ve zavallı insanlara vakfetmiştir. Bir Albert Schweitzer çıkmış; büyük bir doktor, müzisyen, filozof olmasına rağmen, Afrika’da Lambarene adlı şehirde bir cüzzam hastahanesi kurarak bin bir çile ve zahmet içinde insanlara hizmet etmeye çalışmıştır. Bizim birtakım kodaman, kocaman, anlı şanlı, cakalı, tantanalı İslâmcılarımız ise bambaşka yollarda yürümektedir.
İslâm’da gevezeliğin, boş edebiyatın, demagojinin, şarlatanlığın, soytarılığın yeri yoktur. İslâm’da “Olduğu gibi görünmek, göründüğü gibi olmak” esası vardır. İslâm insan benliğini terbiye etmek, zabtetmek, hayra yöneltmek için gönderilmiştir.
Kendi şahsî ikbal ve menfaatleri için tağutî güçlere şirin görünenlerden hayır gelmez.
İslâm “Biz” dinidir. Ben ben ben… diyen adamların ne kendilerine, ne de dine ve ümmete hayrı dokunur.
Makamlar, mevkiler, servetler, dünya tantanaları, ünler, alkışlar, halkın rağbeti… Bütün bunlar şu fanî dünyanın oyalanma ve oyuncaklarından ibarettir.
Dünya bir cifedir ve ona köpekler tâlip olur.
Nice dünya tantanası ve gürültüsü, iki rekatlık bir namaz kadar önem taşımaz da, gafillerin bundan haberi yoktur.
Militan din düşmanlarına dalkavukluk etmek, onlara sevgi göstermek, bu zâlimlerin azgınlıklarını artırmaktan başka bir işe yaramaz. 08 Ekim 2000