CumaMüslümanlar çok duygusuzlaştı, tepkisiz hale getirildi. Bir bakan, resmî bir tören esnasında dua okuyan vilayet müftüsünü herkesin ortasında, “Bu ne biçim dua… Atatürk’e niçin dua etmedin?” diye azarladı ve on milyonlarca Müslüman bu çok çirkin hadise karşısında yeterli tepkiyi gösteremedi. Birkaç cılız inilti, mırıldandı, bir iki gazete haberi ve fıkrası… Bu kadar. Böyle mi olmalıydı? Bir müftü İslâm’ın, Müslümanların sembolüdür. Ona yapılan hakaret ve saygısızlık karşısında memleket ayağa kalkmalı, yer yerinden oynamalıydı.

Müslümanları bu pasif, pısırık, mıymıntı hale getirenleri; hem din düşmanlarını, hem de din sömürücülerini lânetliyorum.

Şimdi birtakım çokbilmişler, “Efendim ihtiyat lazım, öfkeli çıkışlar zararlı olabilir…” kabilinden laflar edeceklerdir. Elbette ihtiyat lazımdır ama İslâm ahlakında cebanet ve tehevvür adı verilen iki aşırı (ifrat ile tefrit) halinin ortasında ŞECAAT denilen ölçülü bir cesaret ve kahramanlık hali vardır ki, Müslümanlar, tehevvür ile cebanetten kaçınacakar, bu şecaat hali üzere olacaklardır. Ben şiddet hareketlerine başvurulsun, kanunsuz işler yapılsın demiyorum. Bakan, müftü azarlayınca niçin tepki gösterilmedi diye tenkit ediyorum. Neler yapılamazdı ki:

1. Hiç olmazsa Müslüman gazetelerin bazıları bu konuda birinci sayfadan, manşetten devamlı yayınlar yaparak milleti (yasal daire içinde kalmak şartıyla) tahrik edebilirlerdi.

2. Bakana ve bağlı olduğu siyasî fırkaya milyonlarca tel’in ve protesto telgrafı gönderilebilirdi.

3. Bu konu bir iki günde geçiştirilip, gündemden düşürülemez; haftalarca, hattâ aylarca gündemde tutulabilirdi.

4. Bakanın istifası istenir, bu yolda sabırla, azimle, devamlı bir şekilde baskı yapılır, faaliyet gösterilebilirdi.

Birtakım din baronları Müslümanları kendilerine bağladılar. Öncelikle istedikleri para, para, para, daha çok paradır. Sonra, alkış ve sevgi isterler. Müftüyü bakan azarlamış, herkesin ortasında tahkir etmiş, onların umurunda değildir. Yeter ki, servetlerine, şöhretlerine, riyasetlerine, saltanatlarına halel gelmesin. Böyle baronların peşinden giden Müslümanların burunları pislikten kurtulmaz. Zillet içinde rezil ü rüsvay vaziyette sürünür dururlar.

Mâhut ve mâlum bakanı pek mâsumâne şekilde protesto ettiği için onbeş yaşındaki başörtülü bir Müslüman kızcağız tutuklanmıştı. Onbeş yaşındaki kız tutuklanır mı? Ne yapmış da tutuklanmıştır? Müslümanlar bu kızın tutuklanması karşısında da pasif kaldılar, gereken reaksiyonu gösteremediler. Bu da bir ayıptır.

Vaktiyle, İsmet İnönü, muhalefet lideri olduğu yıllarda komünizm propagandası yapan (sanırım o da onbeş yaşındaydı) bir öğrenci tutuklanmış ve paşa zehir zemberek beyanlarda bulunarak o zamanın hükümetini ağır şekilde suçlamış, tahkir etmişti. “Ağzı süt kokan çocuklar tutuklanıyor…” diye bağırmıştı eski Millî Şef.

Birkaç yıl önce Ege bölgemizin bir vilayet merkezinde bir takım liseli çocuklar gizli bir örgüte üye oldular diye yakalandıkları zaman bütün ateist, sahte demokrat, militan laik kişiler ve kuruluşlar kızılca kıyamet koparmışlar, çocukların serbest bırakılması için seferber olmuşlardı.

Bir Müslümana yapılan zulüm bütün Müslümanlara yapılmış gibidir. Binaenaleyh herhangi bir Müslüman inancından, dinî görüşlerinden, başörtüsünden, yasalara aykırı olmayan bir protestosundan dolayı zulme uğradığı zaman on milyonlarca Müslümanın yasal sınırlar içinde harekete geçmesi, zulmü protesto etmesi, mazluma (zulme uğrayana) destek vermesi gerekir. Bu yapılmazsa bütün Müslümanlar sorumlu olur.

Ellerinde imkân olduğu halde mazlum Müslümanların yardımına koşmayanlar alçaktır.

“Zulme uğrayan Müslüman bizim tarikatımızdan veya cemaatimizden değil. Bize ne… Fitne ve fesat çıkartıp da başını belaya sokmasaydı…” gibi müdafaalar şeytanî vesveselerden ibarettir. Peygamber Efendimiz “Müslümanlar tek bir vücut gibidir. Vücudun bir yerine bir ağrı girerse bütün vücut bundan müteessir olur” mealinde buyurmuşlardır.

Batıdaki bir Müslümanın vücuduna bir diken batsa, doğudaki Müslüman bunun acısını hissetmekle mükelleftir.

Asıl fitne ve fesat, mazlum Müslümanın yardımına koşmamaktır.

İslâm’da “Emr-i mâruf ve nehy-i münker” denilen bir farz vardır. Yâni iyiliği desteklemek ve kötülüğü kösteklemek. Ümmet-i Muhammed bu farzı bilkülliye (tamamen, bütün olarak) terkederse ilahî gazaba ve azaba uğrar. Bu konuda nice hadîsler vardır, İslâm tarihi nice ibretli hadiselerle doludur.

Müslümanların pasifliği, mıymıntılığı, korkaklığı, cebaneti yüzünden dinsizler azdıkça azmış, cesaretlendikçe cesaretlenmiştir.

Bazı din baronları elbette protesto falan istemezler. Çünkü onların sırtlarında yumurta küfeleri vardır. Onların saray yavrusu villaları, yalıları, köşkleri, kâşâneleri vardır. Onların yüz milyonlarca dolarlık şahsî servetleri vardır. Onların sürü sürü limuzin arabaları vardır. Onlar eski mutlak hükümdarlar gibi tantanalı, şaşaalı, debdebeli, israflı, nümayişli hayatlar sürerler. Bu yüzdendir ki, rahatsız olmaktan, şu fânî dünyanın oyalayıcı nimetlerini kaybetmekten, Cehennem ateşine düşer gibi korkarlar. Onlar sadece “Ben… ben… ben…” derler. Onlar nefs-i emmarelerine put gibi taparlar. Onların kendilerinden, kendi saltanatlarından, kendi şöhretlerinden, kendi menfaatlerinden başka dertleri yoktur.

Çağımız demokrasi, bilgi, globalleşme çağıdır. Siyasî, kültürel, sosyal hayatta halkın duygularının, tepkilerinin, protestolarının büyük yeri ve tesiri bulunmaktadır. Yunanistan’da nüfus hüviyet kartlarından din hanesi kaldırılmak istenmiş, bunun üzerine bir milyon Ortodoks Rum miting yapmış ve iktidar çekinmiştir. Belgrad’ta büyük sayıda Yugoslav sokaklara, meydanlara dökülmemiş olsaydı, zalim diktatör Miloseviç iktidarı bırakır mıydı? İsrail’de kutsal bir İslâm makam ve mevkiine bir Yahudi liderin yaptığı provokatif (kışkırtıcı) ziyaret sonunda neler oldu görüyorsunuz.

Dinî konularda, vatandaşların inançlarına uygun bir hayat sürmesi hususunda ülkemizde sanki bir sıkıyönetim vardır. Başörtüsü mevzuundaki baskılar, azalacağına çoğalmakta, haklarını aramak isteyen kız öğrencilere ağır zulümler yapılmaktadır. On milyonlarca Müslüman bunca zulme, bunca haksızlığa, bunca kanunsuz harekete, bunca insan hakları ihlaline seyirci kalmaktadır. Birkaç cılız inilti ve mırıltı ile vazifemizi yapmış olmayız. Yasal sınırlar içinde kalmak şartıyla olanca gücümüzle protesto etmeliyiz. 21 Ekim 2000