Zulmün Böylesi
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 02 Mart 2019
28 Şubat darbesi, 17 Ağustos zelzelesi, sıkıntılar, darlıklar, âfetler, korkular hep birer uyarı, birer tokat idi. Yazık ki, millet ve idareciler uyanmadı, toparlanmadı, kendini islah yoluna girmedi. Gafletler, dalaletler, azgınlıklar, hıyanetler devam edip gidiyor. Dinsizlerin azgınlıklarından ve şaşkınlıklarından çok, Müslümanların hal-i perişanına acıyor ve üzülüyorum.
Kokuşmanın boyutları her geçen gün biraz daha artıyor. Medyanın duydukları, duyurdukları olanların binde biri bile değildir.
İslâm dinine, kutsal Şeriat ahkamına, evrensel ahlâk ve fazilet ölçülerine karşı gelenler, küstahlıklarını ve azgınlıklarını artırarak sürdürüyor.
“Tatil mekanlarına başörtülü Müslüman kadınlar ve evcil hayvanlar giremez…” genelgesi şimdiye kadar yapılan zulümlerin ve düşmanlıkların üzerine tüy dikmiştir. Atalarımızın ruhları azap içindedir. Osman Gazi, Murad Hüdavendigâr, Fatih Sultan, Kanunî ve diğer büyük ecdadın kemikleri sızlıyor mezarlarında.
Hindistan’da İngilizler, Cezayir’de Fransızlar başörtülü ve hicablı İslâm kadınlarına bu kadar gaddarca ve merhametsizce davranmamışlardı.
Cumartesi günü Almanya’dan telefon geldi, bir dostum “Hanımımın pasaportunu uzatmak için başörtüsüz resim istiyorlar, aksi takdirde yeni pasaport vermeyeceklerini söylüyorlar, ne yapayım?..” diye soruyordu. Zavallı Türkiye Müslümanları! Kendi öz vatanlarında parya muamelesi görüyorlar. “Müslümanlara niçin sömürge yerlisi muamelesi yapıyorsunuz?” diye sorarken, yanlış ifade ediyoruz. Zulmün, gaddarlığın, hukuksuzluğun böylesini sömürgeciler yapmamıştır.
Başörtüsüne niçin bu kadar düşmanlar? Atatürkçü ve lâik oldukları için mi? Hayır! Atatürk isteseydi, fesi ve sarığı yasak ettiği gibi tesettürü de yasak ederdi. Etmemiştir. Bugün tesettüre savaş açmış olanlar Atatürkçü değil, sahte Atatürkçüdür. Onlar lâik de değildir. Lâik olsalardı, dinî bir emir olan tesettüre karşı çıkmazlar, Müslümanları giyim kuşam hususunda serbest bırakırlardı.
Müslümanlara bu zulmü dinsiz Türkler, köken itibarıyla Müslüman olup da sonradan dinden çıkmışlar mı yapıyor? Hayır. Maalesef bu zulmün, bu aşırılığın, bu hukuksuzluğun, bu insan hakları ihlalinin aktörleri iki kimlikli bazı kişiler ve gruplardır. Zahirde Türk ve Müslüman görünüyorlar, gerçekte ise Yahudiliğin Sabataycı tarikatına mensupturlar. Sabataycılar Yahudi değilmiş… Bu iddiaya inanacak kadar ahmak değiliz. İsrail’in ikinci cumhurbaşkanı İzak ben Zvi bu tarikata mensuptu. Türkiye’deki Sabataycıların kendi sinagogları, hahamları, hahambaşıları, mezarlıkları vardır. Hepsi için söylemesem bile, bir kısmının gizli Yahudi isimleri bulunmaktadır. Kendi aralarında evlenmekte, resmî ve medenî nikahın yanında dinî nikahlarını da kıymaktadırlar.
Sabataycıların da bu vatanda güven, huzur ve hürriyet içinde yaşamaya elbette hakları vardır. Ancak bazı şartlarla:
(1) Küçük bir azınlık olmalarına rağmen Türkiye’de bir Sabataycı saltanatı kurmak, ülkeyi perde arkasından diktatörce idare etmek gibi hayaller ve emeller beslememek şartıyla.
(2) İki kimlikliliği bırakarak asıl kimlikleri olan Yahudiliğe dönmek şartıyla.
(3) İslâm’a ve Müslümanlara düşmanlık etmemek şartıyla.
Önemli bir devlet adamının eşinin Yahudi ismi Raşel’dir. Olabilir. Ancak, bu hanımın İslâm dinine ve Müslümanlara yaptığı düşmanlık kesinlikle normal ve tabiî karşılanamaz.
Yahudilerin içinde çok akıllı, basiretli kimseler vardır. Nasıl oluyor da, nüfusun yüzde birini bile teşkil etmeyen Sabataycı Yahudiler bu ülkeye tahakküm edebileceklerini, bu topraklar ve millet üzerinde ilelebet saltanat sürebileceklerini sanıyorlar? Kendilerine bu konudaki ham hayalleri bırakmalarını tavsiye ederiz.
Aklı başında, gerçekten demokrat, ileriyi gören Sabataycılara hitap ediyorum:
Henüz vakit varken Müslüman çoğunlukla anlaşınız, uzlaşınız. İslâm’a ve Müslümanlara açılmış savaşı durdurtunuz. Sabataycı kesimin şahinlerini ve ültralarını itidale davet ediniz.
Biz Müslümanlar başka dinlere, azınlıklara, farklılıklara tolerans gösteriyoruz. Biz, 1492’de İspanya’dan koğulan Yahudileri Osmanlı ülkesine çağırmış ve onlara yeni bir vatan kazandırmış olan Sultan Bayezid-i Veli Hazretleri’nin torunlarıyız. Bu ülkede Hıristiyan cemaatlerin başına gelen felâketler Müslümanların eseri değildir; Haçlı misyonerlerin kışkırtması sonucunda olmuştur.
Birinci Dünya Savaşı’nda Yahudiler Gelibolu’da, Filistin’de siyonist lejyonlar kurarak Türkiye’ye karşı çarpışmışlardır. Bu husus unutulmamalıdır.
Ilımlı, aklı başında, uzağı gören Sabataycı Yahudiler, kendilerine uzattığımız zeytin dalını reddetmesinler. İçlerindeki İslâm ve Müslüman düşmanı aşırıları, militanları, beyinsizleri uyarsınlar, onları engellemek için ellerinden geleni yapsınlar.
Hangi devirdeyiz? Temel insan hak ve hürriyetlerinin birinci maddesi din, inanç, inandığı gibi yaşamak, millî kimliğini korumak hakkıdır. Türkiye Müslümanlarının bu hakkını hiçbir kaba kuvvet, hiçbir gizli ve esrarlı güç, hiçbir azınlık, hiçbir oligarşi, hiçbir derin devlet, hiçbir ideoloji gasbedemez. Güney Afrika zencilerinin bile siyasî hürriyetlerini elde ettikleri bir devirde Türkiye Müslümanlarına yapılan parya, zenci, sömürge yerlisi, ikinci sınıf vatandaş muamelesi daha ne kadar devam edebilir?
Dinlere ve dindarlara savaş açmış olan Marksist-Leninist-Ateist Sovyet rejimi ne oldu?
Arnavutluk’ta 1966’dan itibaren bütün dinleri, inançları, dinî faaliyetleri ve hizmetleri, ibadetleri yasak etmiş olan Enver Hoca rejiminin yerinde yeller esiyor.
Dindarlara zulmeden diktatörler, şahlar, önderler hep yıkıldılar. Din en büyük gerçektir, en köklü değerdir. Hiçbir kaba kuvvet, hiçbir baskı sistemi inançları yok edemez, dinleri kesin olarak sindiremez.
Sabataycıların aşırı takımı hayalleri, boş emelleri terketmeli ve Türkiye’nin dominant unsuru olan Müslümanların haklarını tanımalıdır. 01 Haziran 2000