Cumartesi

 

Adnan Menderes

‘in idamının birinci yıldönümü…Haftalık Yeni İstiklâl gazetesini çıkartıyorum… Gazete o hafta

“Zulümlerin En Şenii ve Alçakçası Kanunların Gölgesinden Yapılandır”

başlıklı bir manşet yazısıyla yayınlandı… Aynı sayının birinci sayfasında şâire

Şukûfe Nihal Hanım

‘ın

“GİT”

başlıklı bir şiiri de basılmıştı. İhtilâlciler o şiire de çok bozulmuştu. O tarihte darbecilerin çıkartığı

“Tedbirler Kanunu”

denilen bir zulüm kanun vardı,

27 Mayıs devrimini tenkit etmek ağır suçtu

. Zikr ettiğim yazıda açıkça darbeyi kötülememiştim ama yazıma gıcık olmuşlar, beni tutuklattılar.

İlk çıkartıldığım mahkeme tutuklanmama lüzum görmedi. Savcılık bu karara itiraz etti. İkinci mahkeme gıyabımda tutuklama kararı verdi.

Sultanahmet Adliyesinin alt katındaki nezarethaneye atıldım. Bir müddet bekledikten sonra,

genç bir hırsızla beni birer kolumuzdan kelepçelediler ve yürüyerek Sultanahmet hapishanesine götürdüler.

Parktaki, yollardaki halk bize bakıyordu. Küçük bir kız çocuğu, yanlarından geçerken ninesine

“Anne bunlar hırsız mı?”

diye sordu.

Ana kapısının üzerinde nefis bir sülüs yazıyla

“Dersaadet Cinayet Tevkifhanesi”

kitabesi bulunan kapı açıldı. Evraklarım idareye teslim edildi. Mermer meydanlık, başka demir kapılar, paslı kilitler, gıcırdamalar…

Tarihî romanlarda okuduğum zindanları hatırlatan alt kattaki karantina kısmına verildim. İçeri girdim.

Tütün, helâ, rutubet, yemek, insan kiri, küf kokuları birbirine karışmış

. Aynı gün, Yeni İstanbul gazetesi yazı işleri müdürü

Yücel beyi de tutuklamışlar.

Bu benim ilk tutuklanışımdı.

Çilekeş annem evde çok üzülmüş, ağlamış…

Ziyaretime gelmemesini istedim. Gelecek, daha fazla üzülecek. Karantinadan sonra beni

Yücel beyle birlikte Beşinci Kısma verdiler

. Orada milletvekili var, emniyet âmiri var…

Hapishanenin Hilton bölümü…

Tutuklanmamı abartacak değilim… İşkence etmediler, asmadılar…Sadece hapse attılar… Yine de bir zulümdü bu. Zaten

27 Mayıs 1960 darbesi

başlı başına, baştan sona bir zulümdür.

27 Mayıs darbesi hukukun, demokrasinin, insanlığın, insafın, adaletin ırzına geçmiştir.

Sultanahmet Hapishanesinde

İran Azerîsi bir mahkûm

yatıyordu,

Menderes idam edilirken İmralı’da imiş,

gördüklerini anlatmıştı. Herkesi uzaklaştırmışlar, onu çay ocağında bırakmışlardı.

Adnan bey asılırken lavabonun üzerindeki tepe penceresinden bakmış

.

Zavallının üzerine idam mahkûmlarına giydirilen beyaz bir gömlek geçirmişler. Ellerini arkasından kelepçelemişler. Sehpaya çıkartmışlar. Başsavcı ve ihtilâlci subaylar neş’e içinde seyrediyorlar…

Öyle ya, başbakan astırmak şerefine nail olmuşlar.

Hava açıkmış,

birden gök kararmış, koyu renkli bulutlar… Küçük siyah kuşlardan oluşan bir sürü, idam sehpasına yaklaşmış, acı çığlıklar atmış.

İlmik Menderes’in boynuna geçirilmiş.

Allah diye bağırmış, sehpa ayaklarının altından itilmiş, vücudu sallanmaya başlamış,

biraz çırpınmış ve sonra hareketsiz kalmış…

Başsavcı

“Bu adam bir kere değil, bin kere asılmalıdır”

demiş. Katiller, idamdan sonra demli çaylarını yudumlamışlar. İdamdan önce İngiltere Kraliçesi Ankara’ya bir temsilci göndermiş, asmayın diye rica etmiş, dinlememişler.

Adnan Menderes’i ve iki bakanını asanların özgürlük anlayışı budur işte.

Anayasaları budur… Hukukları budur…Vicdanları budur…

Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın zavallı yaşlı beyaz başörtülü bir anacığı varmış. Oğlunu astılar diyememişler. Oğlun Pakistana sürüldü demişler…

Bugün özgürlük çığlıkları atan “Kızılruhlular Partisi mensuplar”

Menderes ve iki bakanı asıldığında kına yakıp def çalmışlardı sevinçten.

Darbecilerin ve onların yardakçılarının Menderes aleyhindeki bütün iddiaları yalan ve iftira idi. Merhumun bir kuruş yolsuzluğu çıkmamıştır.

Yassıada Yüce Divanı bir traji-komedi idi.

Orada hukuk, adalet, vicdan, millî irade, insaf idam edilmiştir.

Orada Türkiye’nin beli kırılmıştır.

Bugün olduğu gibi, 27 Mayıs darbecilerinin de kara cüppeli

lâik fetvacıları

vardı.

Darbeyi, zulmü, idamları, zindanları, işkenceleri tenkit etmek yasaktı.

Edenin anasını ağlatırlardı. Açıkta ağlamak bile yasaktı.

Menderes’in asıldığı gün sokakta ağlayan, “Zavallıya yazık oldu!..” diyen kişiyi ne yaparlardı biliyor musunuz?

Hemen tutuklanırdı.

Sultanahmet Hapishanesinde iken içeride

Yassıadaya tünel sanıkları

vardı.

Trakya sahilinden Yassıadaya kadar tünel kazacaklar ve Menderes’i kaçıracaklar

diye tutuklanmışlardı…

27 Mayıs darbesi ruhu dipdiri duruyor.

Ellerine fırsat geçerse

yeni 27 Mayıslar

yaparlar.

Onların özgürlüğünü, onların lâikçiliğini, onların vesayet rejimini, onların resmî ideolojisini ilelebet ayakta tutmak için gerekirse her on yılda bir 27 Mayıs yapılmalıdır.

Üstad Necip Fazıl

1959’da yayınladığı Büyük Doğu’lardan birinin birinci sayfasına

boynunda kement olan şaha kalkmış bir at resmi basmış

ve

“Menderes, 1960 son vâde, kendini ve milleti CHP kemendinden koru”

başlıklı bir yazı kaleme almıştı.

Keşke maslub (asılmış) başbakan uyarıları dinlemiş ve gereken tedbirleri almış olsaydı.

Tedbir alınmış olsaydı darbeciler başarılı olamazlardı.

Asıl asılacaklar, halkın oylarıyla, millî irade ile iktidar olmuş sivil hükûmeti devirenlerdi.

(İkinci yazı) Beş Senede Tedavi Edilemez

MİLYONLARCA vatandaş uyuşturulmuş, sersemletilmiş, şaşkına çevrilmiştir. Zekalar dumura uğratılmıştır. Gayr-i millî eğitim, kötü medya, kötü düzen, sapık ve bozuk hayat felsefesi insanları zombileştirmiştir.

Süper zekâlı bir çocuğu mektebe gönderin, iki sene sonra süper geri zekalı olsun.

Milyonlarca vatandaşa söylenilene bakınız: Filimdeki yatak sahnesi gerçek miydi, yoksa karı ile erkeğin arasına yastık mı konulmuştu?

Geceleyin Trakya seyahatinden dönüyorum. Trafik pek rahat. Yanımdaki dostum, “Her halde Sırtlanlar Vadisi” dizisi başladı, halk tv cihazlarının başında…” dedi.

Adam kıvranıyor, hık diyor, mık diyor, ağzından ünlemler dökülüyor, lakin ne dediği bir türlü anlaşılamıyor. Bu adam dilsiz değil ama dilsize benziyor.

Çocukluğunda IQ’su 110 imiş, şimdi 30 yaşında ve IQ’su 80’e düşmüş. Bu dediğime isterseniz inanmayın. Zavallı soyut kavramları anlamıyor, algılamıyor. Üniversite mezunu ve hiç mantık okumamış.

Hukuk nedir konulu

bir sayfalık ipe sapa gelir kompozisyon yazmaktan aciz herif hukuk hakkında ahkâm kesiyor.

Basma kalıp klişelerle, sloganlarla düşünen ve konuşan milyonlarca insan. Dinî bir hükümden bahsedilir, geri zekâlı karşı çıkar: “Bu dediğin Kur’ân’da yazılı mıdır?”

Bu devirde resmî ideolojiye lüzum yoktur derseniz adam aval aval bakar, resmî ideoloji ne demek?.. Kötü düzenin, kötü eğitimin, kötü toplumun geri zekâlı yaptığı bir kimseyi zekileştirmek mümkün müdür?

Mümkündür ama en az beş senelik bir rehabilitasyon tedavisi gerekir.

“Kardeşim 120 desibellik yüksek sesle Ezan okunmaz, şu hoparlörü ayarlasana…” dedim, ne cevap verdi bilir misiniz? “Benim dinim yüksektir, Ezan da yüksek, en yüksek sesle okunmalıdır!..”

Gözleri var, bakmıyorlar, baksalar da görmüyorlar. Kulakları var işitmiyorlar. Bir yığın kötülük yapıyorlar ve gerekçeleri de şu: “Kâfirler çok yaptı, biraz da biz yapalım…” Haram yemeyiniz diyoruz. “Kötü ve bozuk düzenlerde haram yenir…” gibisinden cevaplar veriyorlar.

İlim irfan azalmış. Ahlâk, fazilet yok. Hikmet yok. Kıvrak zekâ, incelik yok. Şu kültürlü geçinen çağdaşlara bakınız, akıl var mı onlarda? Şu sofu geçinen adam niçin kendi meşrebinde olmayan Müslümanlara düşmanlık ediyor?

Üniversiteyi yirmi sene önce bitirmiş kariyer, makam, mevki sahibi olmuş ve geçen o yirmi sene içinde bir tek ciddî ve seviyeli fikir kitabı okumamış. Akılsız ve geri zekâlı adam cep telefonuna verdiği değerin yüzde birini ilme, kültüre, sanata, kitaba vermez.

Atina’ya turistik bir seyahat yapar ve bir tek müze gezmez. Uçaktan iner inmez heyecanla sormuş: “Akşam yemeğini nerede yiyeceğiz? Buranın nesi meşhur?..”

Herif sözde zengin, evinde kütüphanesi yok. Günde birkaç saat konuşur. Bütün lâflarını toplasanız bir incir çekirdeğini doldurmaz.

Birileri Atatürkü tanrılaştırır, putlaştırır. Ötekiler de Hazretleri rableştirir.

Adam Osmanlıya bağlıdır. Üniversiteden sonra yüksek lisans, doktora yapmıştır.

Ziya Paşa’dan hikmetli bir beyit bile yoktur hafızasında.

Ah zekâ, ah irfan, ah mürüvvet, ah adab-ı muaşeret, ah İstanbul kültürü, ah zarafet, ah çelebilik, ah fütüvvet (gönül yiğitliği), ah asalet, ah necabet, ah âlicenablık, ah firaset, ah fetanet… Nerelere saklandınız, nasıl bulacağız sizleri?.. 06 Haziran 2010